ORTA ZAĞROS’TA HAREKETLİ ÇOBANLIĞIN DOĞUMU: TEPE TÛLÂÎ’DEN (MÖ. 6200-5900) TUWAH KOŞKEH’E (MÖ. 4900-4000)
Öz
Bereketli Hilal’de tarım ve hayvancılığın keşfi, MÖ. 9000-6000 arasında
gerçekleşti. Bölgenin en doğudaki parçası Zağros, “Neolitikleşme” sürecine erken
katıldı. Batı İran’da besin üretimi, Zağros dağ-arası vadilerinde ve yamaçlarında
doğdu. Tarım ve hayvancılık, Güneybatı İran’ın geniş/bereketli ovalarına (Deh
Luran ve Susiana) MÖ. 7500-7000 arasında ulaştı. Ovalardaki çobanlık ve çiftçilik,
Ali Koş, Çağa Sefid, Çoğa Bonut gibi “köy”lerde gerçekleşiyordu. Peki MS. 20.
yüzyıla kadar Zağros ekonomisinde özel bir yeri olan “göçebe çobanlık” ne zaman
doğmuştu? Yakın Doğu’da göçebelik (uzun zaman iddia edildiği gibi) MÖ. 4. binyıl
sonlarında mı ortaya çıkmıştı, yoksa daha mı eskiydi? Arkeologların 1973’te
Güneybatı İran ovalarını Zağros’a bağlayan hat üzerinde bir çadır kampı olan Tepe
Tûlâî’yi keşfetmeleri soruyu yanıtlamayı kolaylaştırmıştır. 40 yıldır yürütülen
tartışma, adı geçen mekânın “göçebe çobanlara ait bir kamp” mı olduğu, yoksa ova
köylerinden birine ya da birkaçına mensup “yerleşik” çobanların burayı yaylacılık
amacıyla mı kullandıklarıdır. Makalenin ilk hedefi, Tepe Tûlâî bulgularını
sergilemek ve 8000 yaşındaki bir kampın Neolitik geçim ekonomisinde ne tür bir rol
üstlendiğini saptamaktır. İkinci hedef, Tûlâî’den 1500 yıl sonra (MÖ. 5. binyılda)
yine hareketli çobanlara ev sahipliği yapan Tuwah Koşkeh kampına ait bulguları
ortaya sererek Zağros’ta göçebe çobanlığın doğuşunun iklim değişiklikleri
(kuraklıklar) ile bağlantısını araştırmaktır.
Giriş
Avcı-toplayıcı iken sürekli hareket eden ama besin üretimine geçince
yerleşik yaşamda karar kılan Bereketli Hilal ahalisinin bir kısmı (özellikle
Toros-Zağros dağlarının vadileri/ovaları ile Doğu Akdeniz kıyı şeridinin
yarı-kurak bölümlerinde oturanlar), neolitik kültürün olgunlaştığı bir çağda
yeniden yarı-göçebeliğe döndüler. Bu kez avcılıktan değil çobanlıktan
kaynaklanan bir göçebelik ya da hareketlilik söz konusu idi. Metnin
odaklandığı ilk soru bu nokta ile ilgili. “Hareketli” çobanlığa niçin geçildi,
tarihteki ilk “yarı-göçebe” besiciliğin bugünkü göçerlik formlarından farkı
ne idi, yerleşikler ile ne tip ilişkiler kuruldu? Bu soruları yanıtlamak için
Bereketli Hilal’in bütününe değil belli bir bölgesine bakmak en doğrusudur.
Levant ve Zağros bu açıdan uygun örneklerdir, zira iklim ve coğrafya
nedeniyle besin üretiminin iki bölgede de yalnızca yerleşiklik ekseninde
sürdürülmesi en baştan zor idi.
Zağros Neolitiği’nin en güçlü ayağı keçi (capra hircus) çobanlığıydı ve
erken Zağros köylerinin çoğu zaten “mevsimlik kamp” özelliği gösteriyordu
(Çıvgın, 2016: 788). Evcil keçi, temel hayvansal gıda olarak MÖ 8000’den
itibaren av hayvanlarının (yaban keçisi, ceylan, geyik) yerini almıştı;
Neolitik köylerin pek çoğunda et ihtiyacı evcil keçilerden sağlanıyordu
(Fernández vd., 2004: 50-51; Arbuckle, 2014: 59-62). MÖ. 7600-7500’lerde
Akdeniz’in doğusundaki toprakların çoğunda çiftçilik-çobanlık biçiminde
tezahür eden besin üretimine geçilmişti (Peters vd., 2005: 111). Yeni geçim
ekonomisi MÖ 6700’e kadar Yakın Doğu toplumlarını ve onların kültürlerini
birbirine yaklaştırdı, refah ve istikrar getiren sistem hızla yaygınlaştı, bazı
erken yerleşimlerin genişliği 10 hektarı aştı. MÖ 7000’lerde birkaç bin
kişinin yaşadığı mega-köyler kurulmuştu (Kuijt, 2000: 82-95; Simmons,
2010: 124, 175-176, 178). Ama 7. binyılın ilk yarısında kimi yazarların
“çöküş” olarak tanımladığı olaylar yaşandı: Yerleşimler büyük ölçüde
daraldı, göçler sonucunda kimi köyler terk edildi. Arkeologlar/antropologlar,
1960’lardan beri bu daralmaya dair çeşitli varsayımlar sıraladılar: iklim
değişikliği, anomi (toplumsal normların ve değerler sisteminin zayıflaması
sonucunda oluşan kuralsızlık/düzensizlik hali), işgal, salgın, nüfus artışından
kaynaklanan çevre krizi vb. (Kuijt, 2000: 95-98; Simmons, 2010: 45;
Liverani, 2014: 39). Rollefson ve Köhler-Rollefson, aşırı otlatma ve yakıt
ihtiyacı nedeniyle çevrenin tahrip edilmesini de nedenler arasına soktular.
Onlara göre, Yakın Doğu’nun kara belası/vebası karakeçi bitki örtüsünü
mahvetmiş; denetimsiz ve sınırsız otlatma çölleşmeye neden olmuştu
(Rosen, 2011: 1).
Günümüzde, MÖ 7. binyılda Yakın Doğu’yu alt-üst eden olayların
arkasındaki temel nedenin MÖ 6700’den sonra görünür hale gelen
kuraklaşma/soğuma olduğu kanaati yaygınlık kazanmıştır (Weninger vd.,
2014: 14, 24; Düring, 2016: 135-146; Flohr vd., 2016: 23-27; Çıvgın, 2017:
49-50). MÖ. 6300-6200’de Hudson Körfezi’ndeki buzulun erimesi ve Kuzey
Atlantik’i işgal etmesi, soğumayı daha da artırmış; kurak ve yarı-kurak
bölgelerde yaşayan insanlar 200 yıl boyunca ya bulundukları bölgeleri terk
etmek (Weninger vd., 2014: 8, 14, 21) ya da daha hareketli/mobil bir geçim
stratejisi uygulamak zorunda kalmışlardı.
Zağros’ta ekim, çobanlık ve avcı-toplayıcılık, besin üretimi başladıktan
sonraki binyıllar boyunca hep birbirini tamamlayan stratejiler olmuştu ve
böylesi bir ortamda geçimin yalnızca “yerleşik çiftçilik” üzerinden
sürdürülmesi olanaksızdı. Yine de Zağros sakinlerinin bir kısmı bereketli
ovalarda ve vadilerde ekim yaparken yerleşik çobanlığı sürdürdü; diğer
kısım doğal kaynakların tamamından optimal biçimde yararlanmak için “bir
çeşit uyum stratejisi geliştirdi ve hareketli çobanlığa yöneldi” (Abdi, 2003:
395-399, 401). Makale, işte bu tip tercihlerin nedenlerini araştırmak ve
Zağros’un yerleşikleri ile yarı-göçebeleri arasındaki etkileşimlerin
niteliğini/yoğunluğunu ortaya koymak amacıyla kaleme alınmıştır.
Çalışmanın yöntemini şekillendiren diğer soru, Zağros’ta göçebe
çobanlığın varlığına işaret eden arkeolojik delillerin nasıl toplandığı ve
anlamlandırıldığı üzerinedir. Bu soru metin içinde yeri geldikçe tartışılacak;arkeolojik bulguların değerlendirilmesinde hangi kıstasların dikkate alınması
gerektiğine dair bilgi verilecektir. Yine de metnin en başında bazı noktaları
açığa kavuşturmakta yarar vardır: 1) Asli geçim etkinliği tarım olan
yerleşimlerde de besicilik yapılır. Erken Zağros yerleşimlerinden günümüze
ulaşan kalıntılar sayesinde, hangi köyde evcil keçi-koyun-sığır-domuz
tüketildiğini saptayabiliyoruz. Ne ki tarım-temelli ekonomilerde hayvanlar
gündoğumunda otlaklara çıkarılıp gün batımında yeniden ağıllara
kapatıldıkları için yakın otlaklarda çoban kampı bulmak kolay değildir.
Sürüler daha uzaktaki otlaklara birkaç geceliğine götürülmüş ve çobanlar bu
süreyi kaya sığınakları ya da basit çadırlarda geçirmiş olabilirler; ama bu
durumda bile kamplardan günümüze arkeolojik izler ulaşmayabilir. Köytemelli çobanlığın en belirgin kanıtı, yerleşim alanında ağılların
bulunmasıdır. 2) Göçebe çobanlığın kanıtı ise, “geçici kamp” olarak
kullanılan mekânlardır. Çobanın geceyi hayvanları ile geçirebileceği
korunaklı mağaralar, kaya sığınakları, çok zaman/emek harcamadan yapılan
barakalar ve nihayet çadır kurmaya uygun zeminler bu tip kampların
varlığına işaret eder. Eğer buralarda yakın köylere ait maddi kültür unsurları
bulunabilirse, çobanların herhangi bir yerleşim adına “yaylacılık” yaptıkları
ya da bazı köylerle kültürel etkileşim halinde oldukları söylenebilir.
Özellikle her yıl tekrarlanan ziyaretler, belli bir yerleşime mensup
çobanların bazı otlaklardan periyodik olarak yararlandıkları anlamına
gelebilir. 3) Kamp yerinde bulunan çömleklerin (çark ile değil) elle
şekillendirilmiş ve özensiz biçimde fırınlanmış olması da, bu kamplarda
kalan toplulukların yaşamlarını büyük ölçüde göçebelik ile sürdürdüğüne
kanıt oluşturur. Aynı mekânda, kaba-saba çömleklerin yanında çark ile
düzgün formda üretilmiş olanlara rastlamak da mümkündür. Bu ikili yapının
nedeni herhalde yerleşik toplumlar ile yapılan takastır. Yerleşikler,
göçerlerden aldıkları hayvansal ürünlere karşılık onlara kaliteli çömlek
sunmuş olabilirler (Abdi, 2003: 405-407).
Bu noktada, Yakın Doğu’da yavaş dönen çark ile çanak-çömlek
yapımının ancak MÖ. 3500 civarında yaygınlaştığı hatırlatılmalı (Podany ve
McGee, 2005: 30-31). Gerçi daha eski devirlere tarihlenen verilere de
sahibiz. Örneğin Orta Mezopotamya yerleşimi Tell Abada kazılarının
başkanı Sabah Abboud Jasim, höyükte keşfettiği ve Ubeyd 3 dönemine (MÖ.
4500-4200) ait olduklarını açıkladığı çanak-çömlek örneklerinin çark ile
üretildiklerini ifade eder (Jasim, 1981: 103). Yavaş dönen çark, ilkin Ubeyd
devrinde, özellikle de MÖ. 5. binyılın ikinci yarısında kullanılmış olmalı
(Özbal, 2010: 47). Demek ki elinizdeki makalenin konusu olan dönemlerin
büyük kısmında Yakın Doğu’da çark ile üretilmiş çanak-çömlek mevcut
değildir. Yukarıda sayılan kıstaslar, yalnızca göçebe kamplarını ayırt etmeye
yarayan genel kıstaslardır ve keramik yapımıyla ilgili olanlar MÖ. 4500 ve
sonrası için dikkate alınmalıdır.
Orta-Batı Zağros: Kuraklaşma Döngüsü ve Hareketli Çobanlığın Kaçınılmazlığı
Bereketli Hilal ikliminin en belirgin özelliği, yağışlı ve soğuk kışlar ile kuru
ve sıcak yazlar arasındaki karşıtlıktır. Hem çiftçiler hem çobanlar açısından
en önemli mevsimler kış ve ilkbahardır. Ekimi yapılan yıllık bitkiler ile diğer
otlar, bu mevsimlerde büyür. Bahar sonunda da otsu bitkiler olgunlaşır,
sararır ve sıcaklık aşırı derecede arttığı için kurumaya başlarlar. Yiyecek
üreten toplumlar, doğa döngüsü hususunda geniş bilgiye sahiptirler, zira bu
döngüye dikkat etmedikleri (ekin ve hasat mevsimlerine uygun bir yaşam
kuramadıkları ya da sürüleri için en iyi otlakların nerede olduğunu
kestiremedikleri) vakit açlıkla karşı karşıya kalmaları kaçınılmazdır. Daha
kötüsü, iklimin (atalardan devralınan bilgileri boşa çıkaracak kadar)
öngörülemez, kararsız ve değişken oluşudur (Hole, 2009: 261-262).
Harita 1. İran florasını şekillendiren 4 ekolojik bölge: A) En kuzeyde, Hazar
kıyılarını kapsayan alçak ve florası zengin Hirkanya Kuşağı, b) İran’ın % 70’ini
içine alan ve insan yaşamına kapalı iki büyük çölü de barındıran çok kurak İranTuran flora bölgesi, c) Yarı-kurak Zağros kuşağı ve d) en güneyde Basra Körfezi’ne
bakan Körfez-Umman flora bölgesi (Heshmati, 2007: 217).
Zağros, göçebe çobanlığın en arkaik formunun ortaya çıktığı coğrafyaların
başını çeker. Bunun temelde 2 nedeni vardır: 1) Tarıma elverişli olsa da,
Zağros’un iklimi, yer şekilleri ve fauna-florası göçebe-otlatıcı geçim tarzını
teşvik etmektedir. Bugünkü İran topraklarının % 85’i “yarı-kurak, kurak ve
çok kurak” arazilerden oluşur. İran’a günümüzde dünya yağış ortalamasının
1/3’ünden daha az yağmur düşmektedir. İran’ın bitki örtüsü bu nedenle
soğuk ve kurağa dayanıklı türlerden oluşur. Ağaçlar çok yavaş büyüdüğü
için kesilen ağacın yerine yenisinin filizlenmesi çok zordur. Ülkede florası
en zengin bölge, Hazar’ın güneyinde kalan dar ve alçak kıyı şerididir. İran’ın
orta kısımları, yani ülke topraklarının % 70’i ise İran-Turan flora bölgesi
içine girer; yazın sıcak ve kurak, kışınsa çok soğuk olan bu bölgede yıllık
yağış miktarı 200 mm’yi aşmaz, bazı yerlerde 100 mm’den daha azdır. Bu
yüzden besin üretiminin İran Orta yaylası’na girişi çok geç olmuştur. İran’ın
ilk besin üretim merkezi Orta Zağros’tur. Burası da yarı-kurak olmasına
karşın yıllık yağış 400-800 mm arasındadır, yani Orta Yayla’ya nazaran
besin üretimine daha elverişlidir. Zağros bölgesi ayrıca yükseklikleri 4000
m’yi bulan dağlardan gelip Basra Körfezi’ne dökülen çok sayıda nehre
sahiptir. Zağros’un hâkim bitki örtüsü, meşe ve şamfıstığı dışında yıllık otsu
bitkilerdir ki tahıllar da bunların parçasıdır (Heshmati, 2007: 215-221).
2) Faunaya gelince, özellikle bir türü ayrı bir başlıkta incelemek
gerekir. Evcil keçi (Capra hircus), diğer besi hayvanlarından farklı olarak
çoban toplumları göçebeliğe zorlayan bir türdür. Zira keçinin yaban atasının
(Capra aegagrus) doğal habitatı Orta Zağros dağlarının en sarp bölgeleridir.
Koyun çok sıcak-kurak ve dağlık coğrafyalara uyum sağlamakta zorlansa da,
keçi en sert iklimlerde ve bölgelerde ayakta kalır, çevre koşullarına hızla
uyum sağlar. Zağros çobanlığının domuz ve sığır gibi iri cüsseli, sulak
bölgeleri seven, ağılda beslenebilen türler yerine küçükbaşlara (özellikle
keçiye) dayanması göçebelik tercihinde çok önemli bir faktördür (Abdi,
2003: 407-409). Fizyolojik farklılıkları nedeniyle, yabani keçi ve koyunun
ideal beslenme alanları değişiktir: Bunların ilki dağlarda, ikincisi bozkırda
rahat eder. Koyun, yıllık olarak yenilenen taze otları tüketmeyi sever; keçi
ise, düşük kaliteli mera alanlarında (çalılık ve fundalıklarda) hiç
zorlanmadan karnını doyurabilir (Hole, 2009: 264).
Zağros’ta 9. binyıldan başlayarak yabani keçilerin denetim altına
alındığı, 8. binyıla girilirken de evcilleştirildiği görülür: “İlk evcil keçilerin
anayurdu tartışılmaz biçimde Doğu Toroslar ve Kuzey-Orta Zağros’tur.
Yaban keçisinin (capra aegagrus) yalnızca doğal habitatı dikkate alınsa,
türün ilkin Zağros’ta evcilleştirildiği kolayca savunulabilirdi. Ama mtDNA
analizleri ve arkeolojik verilere göre, Güneydoğu Anadolu’nun öncelikli
merkez olma ihtimali daha güçlüdür. Türün morfolojik değişim geçirmiş ilk
örneklerine Chia Sabz ve Ganj Dareh gibi Zağros yerleşimlerinde değil
Urfa-Diyarbakır’da, Nevali Çori ve Çayönü’nde rastlanır (Mazdarani vd.,
2014: 945-949). Güneydoğu Anadolu’daki evcil örneklerin Zağros’takilerden en az 200-300 yıl daha eski olduklarını da hatırlatalım. … Farklı kazılardan
derlenen sonuçlar bize evcilleştirme-öncesi ekim ve çobanlık uygulamalarının
Zağros’ta 9. binyıldan başlayarak yaygınlaştığını ama evcilleştirme ile
tamamlanan sürecin daha ziyade Güneydoğu Anadolu’da olgunlaştığını ve 8.
binyıl boyunca Orta Zağros köylerinde evcil bitki ve hayvan tüketiminin
sürekli arttığını göstermektedir” (Çıvgın, 2016: 781-788).
Zağros’un en kalabalık nüfuslu ve dağlık bitki örtüsüne en uyumlu
hayvanının besiciliğin merkezine yerleşmesi doğaldır. Bölgenin bu ilk evcil
türüne çok geçmeden koyun da eklenir, zira Zağros bozkırları yıllık otlar
bakımından da zengindir. Sığırın Bereketli Hilal’in bütününde ve Zağros’ta
yaygınlaşması bu iki küçük boyutlu türden kabaca 2 binyıl sonra gerçekleşir
(Potts, 2014: 6). Zaman farkı, coğrafi koşullar ve iklim, besi hayvanlarının
hangileri (keçi, koyun, sığır, domuz) olacağı ve çobanlığın göçebelik mi
yoksa yerleşiklik ekseninde mi örgütleneceği hususunda belirleyici
unsurlardır.
MÖ. 6200’e Ait Çoban Kampı Tepe Tûlâî: Hareketli Çobanlığın
Başlangıcı Mı?
Zağros’ta yarı-göçebe çobanlığın ortaya çıkış tarihini belirlemek açısından
bakılacak kazı alanlarının başında Tepe Tûlâî gelir. 1973’te burada küçük
çaplı (10 günlük) bir kazı yürüten Frank Hole, 1974’te kaleme aldığı
raporda, Tepe Tûlâî’nin çobanlıkla geçinen bir toplum için “mevsimlik
kamp” olarak işlev gördüğünü iddia eder. Bereketli Huzistan Ovası’nın
girişinde, yarı-kurak bir bozkırda bulunan kamp, büyük olasılıkla göçerlerin
çadırlarını kurup hayvan otlattıkları bir mekândı. Tûlâî, sonraları da (tarihi
devirlerde) yarı-göçerler tarafından otlak olarak kullanıldı. Hole,
Huzistan’da belki küçük ölçekli tarım yapan bir toplumun, yaz boyu
sürülerini yaylaya çıkardığına ve yılın bir bölümünde Tepe Tûlâî civarındaki
otlaklardan yararlandığına inanır. Zira burada bulunan objeler (çömlekler,
taş aletler ve figürinler), Deh Luran Ovası’nda ve Huzistan (Susiana)
Ovası’nın Çoğa Bonut yerleşiminde bulunanlara çok benzemektedir (Hole,
2004b). Tepe Tûlâî, Huzistan Ovası ile Zağros dağları arasındaki olası göç
yolları üzerindedir. Kışın Huzistan’da konaklayan ve yazın dağlara çıkan
çobanlar, belki ara mevsimleri (ilkbahar, güz) hayvanlarıyla burada
geçiriyorlardı (Cribb, 1993: 212, 214).
Tepe Tûlâî, klasik bir yerleşim değildir. Alanda kerpiç yapı bulunmaz,
bunun yerine büyük taşların dizilmesiyle oluşturulan platformlar vardır.
Dizili taşların işlevi bugünkü göçer kavimlerin kamplarında kullanılanlar ile
aynı olmalıdır: tente/çadır altına dizilen iri taşların üzerine ya yatak (çul)
serilir ya da kuru ve temiz kalması istenen çantalar burada muhafaza edilir
(Cribb, 1993: 92). Tepe Tûlâî’de taş platformlar dışında küllerin biriktirildiği
alanlar da bulunur. Hole, kazıda kendisine yardımcı olan işçilerden modern göçerlerin ocağı kışın çadır içinde yazınsa dışarıda yaktıklarını öğrenmiştir
(Hole, 1974: 227). Platformların çevresine herhalde sırıklar dikiliyor;
bunların üstüne de soğuk havalarda kapalı çadır, sıcak havalarda yanları açık
tente geriliyordu (günümüzde Zağros’ta yaylacılık yapanlar, bu yöntemlerin
her ikisine birden başvurmaktadır). Kazı alanı “çiftçi yerleşimi” özelliği
göstermediği için, Hole MÖ. 6200-5900 arasında 200 yıl kadar iskân edilen
Tûlâî’nin çobanların sürülerini otlatmak amacıyla belli mevsimlerde
kaldıkları bir kamp yeri olduğuna emindir. Bu tarihöncesi kamp, ilk göçer
çobanlardan sonra Sassaniler devrine (MS. 224-651) kadar 6000 yıl
kullanılmamış, Sassani devletinin çöküşünü takip eden yüzyıllarda da boş
kalmış ve nihayet 20. yüzyıl ortalarında yeniden göçebe çobanlar için konak
işlevi görmüştür. Hole, kazı ekibinde yer alan İranlı işçiden Tûlâî’ye gelen
günümüz göçerlerinin hala benzer platformlar oluşturduklarını ve orada
kullandıkları taşları 4-6 km. ötedeki Karkeh Nehri’nden getirdiklerini
öğrenmiştir. Çağımızda yük hayvanlarının çeşitliliği dikkate alındığında 5
km. uzaktan kaya getirmek zor değildir ama 8000 yıl önce Tepe Tûlâî’ye
gelen çobanların bu tip hayvanlara sahip olup olmadıklarını ne yazık ki
bilemiyoruz (Hole, 1974: 219-220, 224, 227).
Tepe Tûlâî’de bulunan taş objeler arasında dibekler de vardır. Bunlarla ne öğütülmüştü? Kazıya katılan işçilerden biri, bugün bile köylerden uzak otlaklara tahıl götürülmediğini söylemektedir; bitkisel gıda olarak evcil tahıllardan çok civardan toplanan kabuklu yemişler, özellikle de öğütülerek un haline getirilen meşe palamudu tüketilmektedir. İşçi, dibeklerin tuz ve baharat ezmeye yaradığını belirtmiştir; belki Tepe Tûlâî’de keşfedilen (8000 yaşındaki) dibekler de çevredeki doğal kaynakları öğütmek içindi. Tûlâî’de hayvan otlatan toplumlar, köylerinden tahıl getirmemiş olsalar da, bu durum onların yerleşiklerle temas etmeden izole bir yaşam sürdüklerini göstermez. Zira Tûlâî çanak-çömlekleri, yakındaki Deh Luran Ovası köylerinde (Çağa Sefid, Ali Koş) üretilenlere çok benzemektedir (Hole, 1974: 227-228).
Tulâî’de Hayvan Otlatanlar, Göçebe Aileler Mi Yoksa Köylü Çobanlar Mıydı?
Hole, yarı-göçebe ailelerden oluşan küçük bir topluluğun Zağros yaylaları ile
Susiana ve Deh Luran gibi alçak ovalar arasında (Tepe Tûlâî ve ona benzer
otlak alanlarında) konup-göçerek yaşadığına, topluluğun geçim
ekonomisinin temelde besiciliğe dayandığına inanmıştı. Kazıda elde edilen
kemik örneklerini inceleyen Jane Pires-Ferreira ise, Hole’un raporundan
birkaç yıl sonra yayımladığı çalışmada, Hole’un varsayımına karşı çıktı:
Bulunan hayvan kemiklerinin hiçbiri 1 yaşın altındaki örneklere ait değildi.
Tûlâî’de otlanan sürü yalnızca yetişkinlerden ve yetişkinliğe çok yakın
bireylerden oluşuyordu; yavrular ve onları sütleri ile beslemek zorunda olan
dişiler otlak alanına getirilmemiş, başka yerde bırakılmıştı. J. PiresFerreira’ya göre, bu verilerden çıkan sonuç açıktı. Aslen Huzistan ya da Deh
Luran gibi alçak ovaların birinde (bir çiftçi köyünde) yaşayan çobanlar, yılın
kısa bir bölümünde Zağros eteklerindeki Tûlâî’ye geliyor; ovalar ve yaylalar
arasında sınır oluşturan bu kamp yerinde sürülerini besliyorlardı (Wheeler
Pires-Ferreira, 1977: 275). O halde, Tepe Tûlâî’yi otlak olarak kullananlar
kadınlı-çocuklu çekirdek aileler değil bir çiftçi köyünde ikamet ederken
geçim ekonomisine çobanlık yaparak katkı sağlayan yetişkin erkeklerdi. Bu
varsayım, yavruların ve süt veren dişilerin köyün uzağındaki otlaklara niçin
götürülmediğini ve evde bırakıldığını açıklamaya yeter.
Pires-Ferreira, kazı yılında keşfedilen 9 210 kemik kalıntısının %
95’inin keçi, koyun ve ceylanlara (orta cüsseli otoburlara) ait olduğunu
saptamıştı. Parçalar bir araya getirildiğinde en az 94 keçi ve 25 ceylan
iskeleti ayırt edilmiş ama yörede koyun otlatıldığına dair tatmin edici veriye
ulaşılamamıştı. Öyle ise, Tepe Tûlâî’de otlatılan hayvanların tamamı keçi idi ve ceylanlar çobanlar tarafından yakın çevrede avlanmışlardı. Ceylana
nazaran sayıları az olan sığır, domuz ve yaban eşeği gibi büyük cüsseli
memeliler de herhalde yine av partilerinde ele geçirilmişlerdi. Kazıda
bulunan köpekgillere ait 44 kemik parçası ise, keçi çobanlarının o devirlerde
bile hayvan güderken köpeklerden yardım aldıklarına yorulmuştur. Bölge,
keçinin doğal habitatının dışında konumlanmaktadır; boynuz örnekleri de
yabani atalarınkine (çok uzun ve eğri kılıç biçimli) değil evcil keçilerinkine
(kıvrımlı-bükümlü) benzemektedir. Bu durumda Tûlâî’de otlanan keçilerin
evcil olduklarını kabul etmek gerekir (Hole, 1974: 235).
Pires-Ferreira, Hole’ün yayınından sonraki 2 yıl boyunca Tûlâî’ye ait
kemik parçalarını özenli bir analize tabi tutmuş ve 9000 kadar parçanın
2/3’ünün aşırı düzeyde ufalanmış olduğundan tür tayinine izin vermediğini
görmüştü. Buna karşılık, 3000 parçanın türünü saptamak mümkündü. Türler
arasında yabani keçi yoktu, koyunun da ne yabani ne evcil formu mevcuttu.
Pires-Ferreira, kalıntılar arasında av hayvanlarının pek az olduğunu belirledi,
evcil keçi tüketimi ise % 91,3 idi. Bu veriler ile Deh Luran Ovası’nda (Çağa
Sefid yerleşimi) derlenenler arasında paralellik vardır. Çağa Sefid’de de %
90,3 oranında keçi tüketilmiştir ve av hayvanlarının toplam içindeki payı %
9,7’dir. Ama Pires-Ferreira’in çalışmasının asıl önemi, Tûlâî’de genç hayvan
ölümlerinin çok düşük olduğunu göstermesinden kaynaklanır. Kalıntıların
tamamı dikkate alındığında, 2,5 yaşını görmeden ölen keçilerin oranı %
16,7; 1 yaşın altındakilerin oranı % 2,8’dir. Analize tabi keçiler yabani
olsaydı, av sırasında özellikle iri erkek keçilerin seçildiği iddia edilebilirdi
ama çalışmaya göre kazı alanındaki keçilerin tamamı evcildir. Çobanların
sürülerini Tûlâî’de tuttukları dönemin üreme mevsimine denk düşmediği
argümanı da temelsizdir. Çünkü keçi yıl boyunca (12 ayın tamamında) ve
her tür iklimde (Huzistan gibi sıcak/kurak bölgelerde bile) doğum yapabilir.
Pires-Ferreira’a göre akla en uygun açıklama, gebe ya da süt veren dişilerin,
yeni-doğanların ve yaşı biraz daha ileri oğlakların köyde bırakıldığı; otlağa
yalnızca yetişkinlerin, özellikle erkeklerin getirildiğidir. Bu önerme
Hole’ünkinden farklıdır; zira Tepe Tûlâî çobanlarının yerleşik olduklarını,
birkaç günlük mesafede bulunan (Ç. Sefid gibi) bir çiftçi köyünden
geldiklerini öne sürer. Köylülerin bu tip bir yola başvurarak geçim
stratejilerini çeşitlendirmeleri mantıklıdır. Büyük miktarda hayvanı beslemek
için köye yakın otlaklar yeterli gelmeyebilir; hayvanları uzak ama daha geniş
otlaklara yaymak doğal kaynaklardan etkin biçimde yararlanmanın en uygun
yolu olabilir (Wheeler Pires-Ferreira, 1977: 275, 277-279).
Hole, göçer çobanlardan oluşan bir topluluğun Tepe Tûlâî’yi
“mevsimlik kamp” olarak iskân ettiğini söylerken bu toplumun Deh Luran ve Huzistan’ın yerleşik çiftçileriyle etkileşim içinde olduğunu da
vurgulamıştı. O halde, Tûlâî’ye gelen göçerlerin ataları yerleşikti ama
Neolitik olgunlaştıkça bazı gruplar besin üretiminin bir kolunda
uzmanlaşmış ve çobanlığa yönelmişlerdi. Hole, bu insanları çiftçilikten
bağımsız bir geçim biçiminin (pastoral ekonomi) kâşifleri olarak görüyor
ama ortada yeterli bulgu olmadığı için göçebe çobanların çiftçilerle
bağlantılarına dair yorum yapamıyor, iki toplum arasında (eğer varsa) ne tür
takas ilişkileri kurulduğunu söyleyemiyordu (Hole, 1974: 236-237). Hole’ün
senaryosunu özetleyelim: Besin üretimi / Neolitik kültür Orta-Güney
Zağros’ta yayılırken, bölgenin coğrafi koşullarının da etkisiyle, biri yerleşik
çiftçiliğe diğeri göçebe çobanlığa dayalı iki geçim tipi kristalleşmiş, ikisi
aynı anda var olabilmişti. Bu senaryoya göre, kışı Deh Luran ve Huzistan
ovalarında karşılayan (yarı-)göçerler, sürülerine otlak bulmak için yazın
Zağros’a çıkmaktadırlar. “Sürü”den kasıt keçidir. Keçinin doğal habitatı
Zağros yaylalarıdır; Neolitik-öncesi dönemde Güneybatı İran ovalarında
yabani keçi yaşamamıştır. Keçi, düzlüklere herhalde yiyecek üretiminin geç
evrelerinde (evcilleştirildikten sonra) girmişti (Sutliff, 2015: 392).
Roger Cribb, yılın belli mevsimlerini Tepe Tûlâî’de geçiren topluluğun
göçebelerden mi, yoksa bir köye bağlı oldukları halde “yaylacılık” yapan
yerleşik insanlardan mı oluştuğu sorusunun yalnızca keçi kalıntılarının
yaşına bakılarak yanıtlanamayacağını düşünür. Ona göre, Tepe Tûlâî
(yakınlarda bulunan bir yerleşim ile bağlantılı olsa da olmasa da) mevsimlik
bir kamp yeridir ve bu gerçek MÖ. 6000 civarında çiftçilik ile çobanlığın iki
farklı geçim stratejisi olarak birbirinden ayrılmaya başladığını
kanıtlamaktadır. Tûlâî’ye hayvan otlatmaya gelenler eğer bir köyün sakinleri
iseler, farklılaşmanın derecesini görmek için çobanların köylerinden ne
kadar uzağa gidebildikleri (coğrafi hareketliliğin ne denli geniş bir alanı
kapsadığı) saptanmalıydı. Oysa bu konudaki bilgilerimiz hala yetersizdir
(Cribb, 1993: 215). Gerçekte Cribb’in “derece farkı” olarak ifade ettiği
husus onun okuruna hissettirdiğinden çok daha önemlidir. Çünkü Hole’ün
modelinde, “göçebe çobanlık” bağımsız bir geçim biçimi olarak tezahür
ettiği halde, Pires-Ferreira’nın ortaya attığı senaryoda çobanlıktan çiftçilik ile
bağlantılı (tamamlayıcı) bir geçim stratejisi olarak söz edilmektedir
(Bernbeck, 1992: 77).
Tepe Tûlâî’de bulunan objeler, herhangi bir neolitik “yerleşim”de
rastlananlarla aynıdır; ama çiftçi yerleşimlerinde bol bulunan hasat aletleri
ve öğütücü taşlar burada yoktur. Diğer objeler, çömlekler, yün eğirmeye
yarayan ağırşaklar ve fırınlanmış kil hayvan figürinleridir. İnsan ve özellikle
çocuk mezarlarının bulunmaması, Tûlâî’nin kalıcı bir yerleşim olmadığı fikrini güçlendirir. Açıkçası, bu hususta konunun uzmanı
arkeologlar/antropologlar arasında çatışma yoktur. Uyuşmazlık, hayvanlarını
otlatmak için Tûlâî’ye gelenlerin çekirdek aileler mi, toplumun yalnız
besicilikte uzmanlaşmış yetişkin erkek çobanları mı olduğu noktasında
çıkmaktadır. Hole, keşfedilen objelerin yerleşik yaşamla bağlantısına
yoğunlaşır ve çekirdek ailelerin oluşturduğu bir topluluğun burayı kuşaklar
boyu otlak olarak kullandığı varsayımına ulaşır. Tepe Tûlâî’de bir mevsim
konaklayanlar uzman çobanlar olsaydı, bunların öğütme taşı ya da çanakçömlek (hele özenli işçilik gerektiren boyalı keramikler) imal edecek ve iplik
eğirecek vakit bulamamaları gerekirdi. Bu mantığa uyulursa, Tepe Tûlâî
“evden uzakta 2. bir ev” olarak işlev görmüş olmalıdır: Erkekler sürüleri
otlatırken, kadınlar herhalde çocuklarıyla birlikte hafif barınaklarında kalıp
taş aletler ve çanak-çömlek üretiyor, yün eğiriyorlardı. Eğer söz konusu
objeleri küçük bir çoban grubu getirseydi, bu kadar ağır bir yükün nasıl
taşındığını açıklamak zorlaşırdı (Hole, 2004a: 80; Sutliff, 2015: 392-393).
Tûlâî Çanak-Çömlekleri İki Ovada Üretilen Örneklerle Paralellik
Gösterdiğine Göre, Biri Susiana Diğeri Deh Luran’dan Gelen İki Ayrı
Çoban Grup Otlak Alanını Eşzamanlı Kullanmış Olabilir Mi?
40 yılı aşan çalışmalar sonucunda doğruluğundan emin olduğumuz iki nokta
var: 1) Tepe Tûlâî’ye keçi otlatmaya gelenler (bir köye bağlı olsunlar ya da
olmasınlar) mobil/hareketli topluluklardı. 2) Maddi kültür unsurlarının da
kanıtladığı gibi, bu insanlar yerleşiklerle temas halindeydiler; “izole” bir
yaşam sürmüyorlardı. Üstelik temas tek bir bölgeyle sınırlı değildi, en az iki
bölgeyi (batıda Deh Luran ve güneyde Susiana ovalarını) kapsamaktaydı.
Fakat bu saptamalar yanıtı belirsiz pek çok soruyu beraberinde
getirmektedir. Tûlâî çanak-çömlekleri iki ovada üretilen örneklerle paralellik
gösterdiğine göre, ovalar ile bağlantısı olan iki ayrı çoban grup otlak alanını
eşzamanlı kullanmış olabilir mi? Daha önemlisi, Tûlâî’yi yılın belli
bölümlerinde iskân edenler “yaylacılık” mı yapmaktadır, yarı-göçebe midir,
yoksa karşımızda sabit yerleşimleri olmayan tam-göçebe topluluklar mı
vardır? Çobanların keçileriyle çıktıkları yolculuk dağ/yaylak-ova/kışlak
arasında mı, yoksa aynı yüksekliklerde mi gerçekleşmektedir (“dikey” mi,
“yatay” mıdır)? Acaba Tûlâî “kışlık” bir kamp mıdır, yoksa göç yolları
üzerinde bulunan ve kısa süre ikamet edilen bir geçiş noktası mıdır?
Arkeolojik bulguların yetersizliği nedeniyle bu soruları yanıtlamak için
tahminde bulunmak ve farklı varsayımları tartışmak dışında çaremiz yoktur.
Bunu yaparken günümüzde aynı bölgede “hareketli” yaşam süren toplumların üretim ve göç pratiklerini de dikkate almak gerekir (Bernbeck,
1992: 82-83).
Tûlâî çevresinde yakın zamanlara kadar göçebe çobanlara
rastlanabiliyordu. Şimdilerde yerleşik yaşama geçmiş olan Baharvand
göçerlerinin kışlakları Tûlâî’nin biraz güneyinde, yaylakları ise Zağros
üzerinde bugünkü Hürremabad kenti yakınlarındaydı (rakım: 1350 m).
Baharvand göçerlerinin yaz ve kış kampları arasındaki mesafe 110 km.
kadardı. Bu insanların barınakları, çadır ve/veya dört yanı açık tentelerden
oluşuyordu. Lur ve Bahtiyari göçerlerinin kışlık barınakları daha dayanıklı
idi; onlar kışın soğuğundan ve rüzgârından korunmak için çadırların
çevresine çok yüksek olmayan taş duvarlar örüyorlardı. Eğer Tûlâî çobanları
MS. 20. yüzyıl göçer çobanları ile benzer pratiklere sahiplerse (yani Hole’ün
öne sürdüğü göçebe çobanlık modeli doğru ise), o zaman MÖ. 6000
civarında dikey göçerliğin hayata geçmeye başladığını ve Tûlâî’nin bir “kış
kampı” olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu durumda Zağros’ta “yaylak” olarak
kullanılabilecek otlaklarda Tûlâî keramiklerinin benzerlerini bulabilmemiz
gerekirdi. Ne yazık ki şu ana dek hayvan otlatmak için Tûlâî’den Zağros’a
çıkan tarihöncesi toplumlarının varlığına dair delile ulaşılmamıştır. Ama
bunun nedeni kışın kullanılan çanak-çömleğin yaylalara çıkarılmaması da
olabilir. Zira şimdiki göçer grupların kaplarını yaylaya götürmediklerini ve
bunları taş duvarlarla korunan nispeten dayanıklı kış barınaklarında
bıraktıklarını biliyoruz. Öte yandan, Tûlâî’de kışlayan çobanlar çömleklerini
kendileri imal etmemiş de olabilirler; belki bu tip çömlekleri hayvansal
ürünlerine karşılık Deh Luran ya da Huzistan/Susiana yerleşikleri ile takas
ediyorlardı. Diğer olasılık, göçerlerin çömleklerini kendi başlarına üretmiş
olmaları ama yerleşiklerle kurdukları sıkı kültürel temas nedeniyle onların
keramik biçimlerine ve desenlerine öykünmeleridir (Bernbeck, 1992: 83-84).
Harita 3. a) Tepe Tûlâî’de hayvan otlatan “göçebe çobanlar”ın yazın Hürremabad
yüksek-ovasına çıktığına dair senaryo, b) İkinci senaryoya göre, Susiana ve Deh
Luran’da çiftçilik yapan “köylü çobanlar” (2 toplum) otlatma mevsimlerinde
Tûlâî’ye geliyor ve orada birkaç ay sürülerini besliyorlardı (Bernbeck, 1992: 84).
Her durumda Tûlâî’ye keçi otlatmaya gelenlerin 75 km batıdaki Deh
Luran ve 35 km güneydoğudaki Susiana ovaları ile temasta olduklarını
biliyoruz. Öyle ise, Tûlâî belki de iki ayrı çoban topluluğu tarafından
mevsimsel olarak iskân edilmişti. Çünkü aynı mobil grubun ters yönlerde
hareket etmesindense, iki grubun ayrı ayrı iki yerleşik toplumla teması akla
daha yakın gelmektedir. Bernbeck, buradan hareketle iki varsayım geliştirir.
1) Tepe Tûlâî’de konaklayan iki göçebe topluluktan ilki Susiana, diğeri Deh
Luran yerleşikleri ile temas halindeydi. Ama dikey olarak göç eden ve
Tûlâî’de kışı geçiren gruplar yazın orayı terk edip Hürremabad gibi yüksekovalara çıkıyorlardı. 2) Diğer olasılık, Pires-Ferreira’nın iddia ettiği gibi bu
toplulukların yatay olarak hareket ettiği (yaylacılık yaptığı) ve göçebe
olmadığıdır. O halde, kışı Susiana ile Deh Luran’da geçiren ve sürüyü köy
çevresinde otlatan yerleşiklerin bazı üyeleri (yetişkin erkekler), sıcak
mevsimlerde köylerinden ayrılıp hayvan otlatmak için Tûlâî’ye geliyorlardı.
Bu anlatı, Hole’ün bir çıkarımı ile örtüşür: İlk hareketli çobanlar, HuzistanHürremabad mesafesini aşma kapasitesine sahip değillerdi. Köylülerin uzak
otlakları hedef almaları risk yönetimi açısından ideal bir yöntemdir. Zira bu
yolla köye bağlı alanlarda aşırı otlatma önlenir, hayvanlar daha iyi beslenir;
sürünün bir kısmının köyde, diğerinin uzak otlaklarda tutulması salgın
nedeniyle sürünün tamamını kaybetme riskini ortadan kaldırabilir
(Bernbeck, 1992: 84).
2c. Zağros Toplumu, Coğrafya İle Uyumlu Geçim Ekonomileri Yaratabiliyor; İklim Değiştiğinde Hayatta Kalmayı Kolaylaştıran Alternatif Yollar Bulabiliyor
Pires-Ferraira ve Bernbeck, MÖ. 6000 koşullarında bir toplumun geçimini
yalnızca çobanlıkla sağlayabileceği varsayımına mesafelidir. Zira besin
üretiminin keşfedildiği ve B. Hilal’in tamamına yayıldığı devirlerde,
çiftçilikten tamamen vazgeçip göçebe çobanlıkta karar kılan bir toplumun
varlığını kanıtlamak zordur. Hole ise, Tûlâî’yi ilk gördüğü andan itibaren
burada konaklayan topluluğun yerleşik (herhangi bir köy ile bağlantılı) değil
“göçer” olduğuna inanmıştı. Ona bunu söyleten, Güneybatı İran ovaları ile
Zağros yamaçlarında gezinen göçer bir grubun hayvansal gıda dışında
doğanın sunduğu kaynaklardan da faydalandığı ve bu tip beslenme rejiminde
tarıma ihtiyaç duyulmadığı varsayımıdır. Ona göre, “mekânlar-arası
hareketlilik” (mobility) toprağa, iklime, eti yenen hayvanlara, yabani
bitkilere, diğer göçebe ve yarı-yerleşik toplumlara, köylere ve çeşitli dışsal
güçlere uyum ihtiyacının bir sonucu idi. Hareketli çobanlar, kamplarını tarım
için elverişli olmayan topraklara kurmuşlardı. Ama bu topraklar hayvan
otlatmaya uygun, doğal kaynaklar bakımından zengindi. Hareketli (göçer,
yarı-göçebe ya da yarı-yerleşik) toplumlar, yaşamlarını diğer toplumlarla
ekonomik-kültürel etkileşim kurmadan da sürdürebilirler. Batı İran’da yakın zamanlara kadar ceylan, keçi-koyun ve domuz avlanıyordu. Zağros vadileri
ile yamaçları hala yabani buğday-arpa, incir, badem, şamfıstığı ve hünnap
gibi yenebilir bitkilere sahiptir. Hole’ün Tûlâî kazıları sırasında rastladığı
yerliler, ona 20. yüzyıl göçerlerinin avcılık yaptıklarını, yabani tahılları hasat
ettiklerini ve palamut topladıklarını aktarmış; palamudu kabuğundan
çıkarmak, fırınlamak ve öğütmek için kullanılan aletleri göstermişlerdi.
Modern göçerler avcı-toplayıcılığı destekleyici geçim etkinliği olarak
görürken, 8000 yıl önce Zağros’ta yaşayan yerleşiklerin ve göçebelerin
doğadan yararlanmadıkları düşünülemez. Hole’ün çeşitli verilerden hareketle
vardığı sonuç, göçebe çobanların arpa ve buğday ekimine ihtiyaç duymadan
da hayatta kalabilecekleri, ama tahıl üretmeyi bilen bir göçebe toplumun
hem yabani bitkileri hem evcil tahılları beslenme rejiminin bir parçası
yapabileceğidir. Tarım, göçebe çobanlığa mutlak biçimde karşıt değildir;
ihtiyaç halinde ona ve toplayıcılığa başvurulabilir (Hole, 2009: 262-263).
Tûlâî’nin çoban kampı olduğuna kuşku yoktur. Belirsizlik, çobanların
yerleşik mi yoksa göçebe mi olduklarıdır. Bunlar, hayvanları ve çadırlarıyla
birlikte göç eden aileler mi, yoksa Susiana ya da Deh Luran ovalarındaki bir
tarım köyüne (Çoğa Bonut, Çoğa Miş, Çağa Sefid) mensup yetişkin erkekler
miydiler? Yanıt her ne olursa olsun, Tûlâî sayesinde Güneybatı İran
toplumlarının MÖ. 6000’lerde tarım, besicilik ve avcı-toplayıcılık gibi farklı
geçim tarzlarını birleştirebildiklerini; yaşadıkları coğrafya ile uyumlu bir
geçim ekonomisi yaratabildiklerini; iklim değiştiğinde yerleşiklikten yüz
çevirip hayatta kalmalarını sağlayacak başka yollar bulabildiklerini
görüyoruz. Zağros yüksekleri ile Güneybatı İran ovalarında ikamet eden
(aynı bölgenin farklı ekolojik nişlerini paylaşan) insanlar, besin üretiminin
düz çizgi izlemediğini (ihtiyaçlara göre değişebildiğini) kanıtlamışlardır.
Avcı-toplayıcılıktan çiftçiliğe geçiş MÖ. 8000-6000 arasında yerleşiklik
eğilimlerini artırmış olabilir, ancak bu durum insanın hareketli geçmişini
unutmasını gerektirmez. Belki MÖ 6000’de Güneybatı İran’da göçebeliğe
geçiş için koşullar olgunlaşmamıştı; ama Tûlâî’nin varlığı, Zağros yamaçları
ve yükseklerindeki otlaklardan (yaylacılık sayesinde?) haberdar olan
çobanların yerleşiklikten yüz çevirerek “geçimlerini bütünüyle göçebe
çobanlığa bağlayabileceklerini” kanıtlamaktadır. Gerçekten Zağros’ta MÖ.
5. binyıla tarihlenen göçebe çobanlık uygulamalarının varlığı saptanmıştır.
Tûlâî münferit bir örnek olsa da, eğilim geneldir ya da ihtiyaç halinde
genelleşebilmektedir.
Tulâî’den 1500 Yıl Sonra Zağros’ta “Hareketli Çobanlar”a Ait Mezarlar ve Kamplar
Kamyar Abdi, “Neolitik-Kalkolitik geçişi”nin yaşandığı MÖ. 4500
dolaylarında, Orta Zağros toplumunun bir bölümünün doğaya uyum stratejisi
çerçevesinde göçebe çobanlığa kaydığını iddia eder. Ona göre, MÖ. 5. binyılda ekim yapılan toprakların sayısı hiç olmadığı kadar artınca, köy
yakınında hayvan otlatmak zorlaşmış, çobanlar sürülerini besleyebilmek için
çok uzak otlaklara gitmeyi göze almaya başlamışlardır. Erken Neolitik’ten
Kalkolitik Dönem’e uzanan 3-4 binyıl içinde Orta Zağros’ta insan ve evcil
hayvan nüfusunun epey artmış olduğu, sürüleri otlaklara götürmenin daha
zahmetli hale geldiği ve çobanlığın artık büyük bir işgücü gerektirdiği
dikkate alındığında, göçebe yaşam tarzına niçin ihtiyaç duyulduğunu
anlamak kolaylaşır (Abdi, 2012: 19). Eğer Abdi’nin MÖ. 5. binyıl için
çizdiği tablo doğru ise, o vakit Tepe Tûlâî’nin kamp olarak kullanıldığı MÖ.
6000 civarında çobanlığın hala yaylacılık gibi yerleşik bir formda
örgütlendiği kabul edilmelidir. MÖ. 6000’lerde göç kapasitesi sınırlı olan
çobanlar, Huzistan/Susiana ve Deh Luran ovalarında yerleşik idiler ve
hayvanlarını küçük gruplar halinde birkaç günlük mesafedeki (ortalama 50
km.) Tûlâî’ye getirebiliyorlardı. Bu tip göç insanlarla hayvanların yatay
(Bernbeck’in 2. varsayımını hatırlayalım) hareket etmelerini
gerektirdiğinden devrin koşullarına uygundu. MÖ 5. binyılda ise, Zağros
çobanlığının sonraki dönemlerinde de en yaygın tarz olan “dikey” göçler
başlamış olmalıdır. Bu kez hem mesafe uzaktır hem de alçak ovalardan en az
1000 m yükseğe çıkmak gerektiğinden göçü daha özenli biçimde
örgütlemeye ihtiyaç vardır. Geçim pratiklerini bu şekilde değiştirmek,
yerleşiklikte ısrar etmeyi anlamsızlaştırır ve çobanlığın göçerlik altında
uygulanmasını zorunlu kılar.
Zağros’ta Orta Kalkolitik’e (5. Binyıl) Ait Göçebe Mezarlıkları: Ölülerini Buraya Gömen Çobanlar, Mezopotamya ve Güneybatı İran Ovaları ile İletişim Halinde Miydi?
Abdi’nin varsayımının kanıtları bugünkü Huzistan Ovası ve Eyaleti’nin
kuzeyinde, Luristan Eyaleti sınırları içinde bulunan iki mezar alanıdır.
Hakalan ve Dum Gar-i Parçineh adlarındaki mezarlıklar hiçbir erken
yerleşim ile bağlantılı değildir ve ikisinde de mezar hediyesi olarak Huzistan
Ovası’ndaki örneklere benzeyen damga mühürler ve çömlekler
keşfedilmiştir. Bazı yazarlar, sabit “yerleşim”lerin parçası olmadıkları çıplak
gözle bile saptanabilen iki mezarlığı göçebe çobanlık yapan gruplarla
ilişkilendirirler (Abdi, 2012: 19). İlki deniz seviyesinden 1200, diğeri 900 m
yüksekteki iki mezarlık da göç yolları üzerinde konumlanmaktadır.
Arkeolojik analizlere bakılırsa, göçebe çobanlar bu iki mezarlığı yüzyıllarca
kullanmışlardır. Mezarlık hediyeleri içinde boyalı çömleklerin bulunması,
göçebelerin hayvansal ürünleri karşılığında köylülerden tahıl ve mamul mal
aldıklarının delili sayılabilir. Parçineh çömlekleri ile Orta Mezopotamya
yerleşimi Tell Uqair’de üretilenler arasında açık benzerlikler vardır.
Coğrafyanın bu iki köy arasında yolculuğa izin verdiği düşünüldüğünde,
ölülerini Parçineh’e gömen göçebe çobanların Uqairli çiftçilerle bağlantı içinde oldukları ve onlarla mal takas ettikleri öne sürülebilir. Belki bu takas
komşudan komşuya (“down-the-line trade”) ilkesiyle yürütülen ve örgütlü
olmayan bir takastı. Abdi, Zağros’ta göçebe çobanlığın doğum tarihi olarak
MÖ. 5. binyılı, yani Orta Kalkolitik Dönem’i gösterir. O halde, Tûlâî
kampının kuruluşu ile göçebe çobanlığın münferit bir olgu olmaktan çıkıp
Orta ve Güney Zağros’ta yaygınlaşması arasında 1,5-2 binyıllık zaman
dilimi vardır (Abdi, 2003: 396-397, 433-435).
Harita 4. En güneyde Susiana, onun kuzeyinde Deh Luran ovaları… Tepe Tûlâî bu
mahalde konumlanır. Daha kuzeyde (Zağros’un yüksek kesimlerinde) göçebe çobanlara
ait olduğu sanılan iki mezarlık alanı vardır: Parçineh ve Hakalan (Luristan Eyaleti).
Parçineh’te keşfedilen çömlekler ile Orta Mezopotamya yerleşimi Tell Uqair’de
üretilenler arasında açık benzerlikler vardır: Oysa mezarlık ile çiftçi yerleşimi arasındaki
mesafe kuş uçuşu 200 km.’den fazladır. Mezarlıkların kuzeyinde çerçeve içinde
gösterilen bölge, Kirmanşah Eyaleti’ne bağlı yüksek İslamabad Ovası’dır. Tuwah
Koşkeh çoban kampı burada bulunmaktadır (Abdi, 2003: 408)
Parçineh mezarlığının hâkim mezar hediyesi, “kırmızı üzerine siyah
desenli çömlek”tir. Bu tip çömlekler, Orta Zağros göçerleri ve onlarla
iletişim içindeki köyler (çünkü göç yolları üzerinde bulunmaktadırlar)
arasında yaygındır. Bunların geniş bir alana yayılmış olmasının nedeni,
büyük olasılıkla çobanların gerçekleştirdiği uzak-mesafeli göçler ve takasın
bu sayede çok işlek hale gelmesidir. Göçebe çobanlar, eski zamanlardan
bugüne hayvansal ürünleri (süt, yoğurt, tereyağı, kefir…) ve komşularından
edindikleri tahılları deri çantalarda taşımışlardır. Toprak kapları/çömlekleri
genelde çok daha az kullanmış ve herhalde bu yüzden onları mezar hediyesi
olarak da değerlendirmişlerdir. Kırmızı üzerine siyah desenli çömleğin, az
üretildiği ve diğer toprak kaplardan belirgin farklılıklar taşıdığı için Orta-batı
Zağros yerleşikleri ve göçerleri nezdinde kıymetli olduğu düşünülmektedir
(Abdi, 2003: 435-436).
Yine Orta Kalkolitik’e Tarihlenen İki (Hareketli) Çoban Kampı: Huzistan’da Dar Khazineh ve Zağros’un Yüksek İslamabad Ovası’nda Tuwah Koşkeh
Orta Kalkolitik’te (MÖ. 4700-3700) göçebe çobanlığın varlığına işaret eden
yegâne kanıt mezarlıklar değildir. Tepe Tûlâî’nin (kuş uçuşu) 150 km
güneydoğusuna düşen Dar Khazineh adlı arkeolojik sitin de çoban kampı
olduğuna dair güçlü bir kanaat vardır. MÖ. 4300-4000’e (Orta Kalkolitik II)
tarihlenen bu kamp, Karun Nehri’nin besleyen kollardan biri üzerinde ve
Zağros yamaçlarında kurulmuştur. Buradaki kazıyı yürüten ekip, hayvanların
kesim yaşlarına dayanarak çobanların bu kampta Şubat-Nisan arasında
konakladıklarına inanmaktadır. Burayı kısa dönemli olarak iskân eden
keçi/koyun çobanları, evcil sığır da beslemiş; ayrıca domuz, eşek, alageyik
ve hatta kemirgen avlamışlardır. Kabuklu deniz hayvanlarıyla da
beslendikleri anlaşılan kamp ahalisinin tükettikleri arpa örnekleri morfolojik
açıdan evcildir. Arpa büyük olasılıkla ekimi yapılan tek bitki türüydü, buna
karşılık Dar Khazineh çobanlarının doğada bulduklarım yabani tahıllar ve
baklagiller ile beslendikleri görülüyor (Alizadeh vd., 2004: 74, 77). O halde,
karşımızda otlak bulmak amacıyla yer değiştiren ama konakladığı
bölgelerden birinde arpa da yetiştiren, ayrıca yabani hayvan ve bitkilerle de
beslenen bir toplum vardır.
Orta Zağros’un dağ-arası vadilerinde, özellikle de yüksek İslamabad
Ovası’nda çoban kampları olduğu düşünülen alanlar keşfedilmiştir.
Bunlardan birinin adı, Kürtçe “kuru vadi” anlamına gelen Tuwah Koşkeh’tir.
Kamp, adını İslamabad Ovası’ndan 100 m. daha yüksekteki vadiden alır.
Rakımı 1500 m. olan vadinin toplam alanı 10 km2
(6 x 1,7) kadardır (Abdi vd., 2002: 45-46). MÖ. 5. binyıla tarihlenen ve klasik manada bir yerleşim
(tarım köyü) olmadığı görülen T. Koşkeh, yılın tamamında değil ancak belli
mevsimlerinde iskân edilmiştir. Kampın hareketli çobanlara ait olduğu
varsayımının temel gerekçesi, günümüzde göçebe çobanların ördükleri
türden alçak taş duvarların aynısının Koşkeh’te de bulunmasıdır. Sözü edilen
taş duvarlarda iki farklı teknik uygulanır ve bunların iki farklı işlev
görmeleri beklenir. Boyu iki metreyi bulan yuvarlak planlı duvarlar
hayvanları bir arada tutmaya yarar, yani ağıl olarak kullanılır. Bunların
tabanı çok büyük parçalardan oluşur, üzerlerine de farklı yönlere bakacak
biçimde daha küçük taşlar konur; duvarın en hızlı biçimde yükseltilmesi
amaçlandığından harç gibi yapıştırıcı malzemelere müracaat edilmez. İkinci
tip duvarlar, insanların kaldığı çadırların çevresine örülür. İçeridekilerin
soğuktan ve vahşi hayvanlardan korunmasına hizmet eden, genişliği 0,5
yüksekliği 1 metre olan bu duvarlar, hem çamur hem samanla karışık harç ile
sıvanırlar, bu sayede böcek ve kemirgenlerin çadıra girmesi önlenir. Kısacası
Koşkeh’in inşa ediliş tarzı pek çok açıdan bugünkü göçerlerin konakladığı
kamplara benzemektedir. Günümüzdeki göçer toplumların kışlaklar ve
yaylaklar arasında gidip gelirken Tuwah Koşkeh Vadisi’nden geçtikleri
özellikle belirtilmelidir. Nitekim kazı ekibi, Koşkeh kazıları sırasında
vadideki otlakların en az 15 göçebe aile tarafından kullanıldığına tanık
olmuştur: Kışı kampın güneybatısındaki düzlüklerde geçiren aileler, bahar
biterken Koşkeh’e ulaşmakta, orada yaz başına kadar konakladıktan sonra
kampın 40 km. güneydoğusundaki yaylalara doğru hareket etmektedirler
(Mashkour ve Abdi, 2002: 212-217).
Peki, 6500 yıl önceki “hareketli” çobanlar ile çağdaşımız olan
göçebelerin bu mekânı seçmelerinin altında yatan neden neydi? 1) Burada,
çadırların hemen yanında yeraltı sularına ulaşma olanağı vardır. 2)
Yüzeydeki toprak çok ince olduğundan çiftçiler bu mekânda tarım yapmayı
düşünmezler. Hemen yakındaki Emirabad köyünün sakinleri Koşkeh
kampını ekin alanı olarak görmedikleri için çobanların burada uzun süre
konaklamalarına ses çıkarmazlar. 3) Koşkeh’e düşen yıllık yağış miktarı da
buradaki otlakları çobanlar açısından çekici hale getirmektedir. 4- Son olarak
kamp göç yolları üzerinde konumlanmaktadır, mevsimlik göçler sırasında
burada konaklamak çobanların işine gelmektedir. Kazı ekibinin görüştüğü
çağdaş göçerler, kamp kurarken yine de dikkatli davrandıklarını, şimdilerde
çadırlarını vadinin kuzey kısmına kurmaktan kaçındıklarını, bu kısmın
Emirabad’lı köylüler tarafından kullanıldığını ve onlarla çatışmaya
girmemek için özen gösterdiklerini anlatmışlardır. Bugünkü göçerler, kamp
yerine ailece gelen ve ihtiyaç duydukları hemen bütün eşyaları yanlarında
taşıyan insanlardır. 6500 yıl önceki çobanların da bekâr erkekler değil aileler olduğu düşünülebilir. Keşfedilen maddi kültür unsurları cılızsa da, kemik ve
keramik örneklerine bakılırsa keçi-koyun çobanı olup gündelik eşyalarını
kendileri üreten aileler, yerleşiklikten tamamen kopmamışlardı. Bunlar,
yaylacılık yapıyor ve yılın bir bölümünü “köy/mezra”larından uzakta
geçiriyorlardı (Mashkour ve Abdi, 2002: 211, 217-220).
Arkeozoolog Marjan Mashkour, Koşkeh’teki hayvan kemiklerine
uyguladığı yaş analizlerinden hareketle Koşkeh toplumunun besiciliği hem
et hem süt için yaptığını buldu. Zira hayvanların % 60’ı 6 aydan büyük ve 12
aydan küçükken kesiliyordu; 2-3 yıldan daha uzun yaşayanların oranı ise %
14 idi. Kemiklerin % 85’i keçi-koyuna, % 5’i evcil sığırlara, % 10’u yabani
hayvanlara (yaban domuzu, ceylan ve yalnızca 1 adet geyik) aitti. Besicilikte
sığır ya da domuz yerine “keçi-koyun tercihi” kuşkusuz hareketli çobanlığa
uygun bir stratejidir (Abdi vd., 2002: 64-65; Young ve Fazeli, 2008: 164).
Koşkeh’in 10 km doğusundaki kalıcı/sürekli yerleşim Çoğa Gavaneh’te
aynı devirlerde hem tarım hem hayvancılık yapılmıştır (Forouzan, 2010: 40).
Orada evcil sürülerin türlere göre dağılımı daha heterojendir; kesim yaşlarına
bakılırsa koyun yün için de beslenmiştir. Mashkour ve Abdi’nin kanaati,
Koşkeh’in köy-temelli besicilikten göçebe çobanlığa geçişte bir ara-evreyi
temsil ettiği, kampın bugünkü yaylacılık uygulamalarında olduğu gibi yazın
iskân edildiğidir. Onlar bu nedenle Koşkeh kampında konaklayan aileleri
hareketli çobanlar olarak tanımlamış, “göçebe çoban” terimini kullanmaktan
kaçınmışlardır (Mashkour ve Abdi, 2002: 221-222, 225). Mevcut maddi
kültür, bir evin çekip çevrilmesi için gerekli sayıda değildir, eksiktir. Demek
burada konaklayanlar eşyalarının bir kısmını “yerleşik oldukları başka bir
mekân”da bırakıp öyle gelmişlerdi. Anlaşılan çobanlar Koşkeh’te birkaç
haftadan fazla kalmıyor, bu sürede de yakın çevrede buldukları geyik-domuz
gibi yabani hayvanları avlıyorlardı (Abdi, 2003: 429). Eğer hareketli bir
toplum yerine göçebe bir toplum söz konusu olsaydı, arkeologlar Koşkeh’te
daha zengin bir maddi kültürle karşılaşırlardı
Tepe Tûlâî’den Tuwah Koşkeh’e (MÖ. 6200-4000): Yerleşiklikten Göçebeliğe Geçiş Henüz Tamamlanmadı Ama Göç Kapasitesi Sürekli Olarak Arttı
Abdi, Zağros’ta “tam-yerleşik olmayan” çobanlığın doğumu ve gelişimine
dair üçlü bir sınıflandırma önerir. Buna göre, hareketli çobanlık sürünün
tarım alanları dışına çıkarılmasını (köyden birkaç gün uzaktaki otlaklara
götürülmesini) gerektiren “kapsamı geniş bir besicilik kategorisi”dir.
Transhumance ve/veya yaylacılıkta ise, kışın yerleşik olan çobanlar, yazın belli otlaklara çıkarak hayvanların yiyecek ihtiyacını karşılamaya çalışırlar.
Hareketli çobanlığın en uç formu olan göçebe çobanlıkta yerleşiklik
tamamen ortadan kalkar; toplumun tamamı sık sık yer değiştirir, uzak
kamplar arasında yol alır (Abdi vd., 2002: 43). Tuwah Koşkeh bu
sınıflamaya göre kesinlikle hareketli çobanlara ait bir kamp olup “en çok
yaylacılığı andıran bir geçim tarzı”nın varlığına işaret etmektedir. Tuwah
Koşkeh, yukarıda saydığımız ilk 2 kategoriye uyar, ama asla “göçebe
çobanlık” kategorisine sokulamaz.
Abdi vd., İslamabad’ın farklı noktalarına ait maddi kültür unsurlarından
hareketle bu yüksek-ovanın Tuwah Koşkeh dışında çok sayıda çoban
kampına daha ev sahipliği yaptığını öne sürer. Ancak ovadaki çobanlığın ne
tür bir geçim ekonomisine karşılık geldiğini anlamak için bu belli-belirsiz
maddi kültür unsurları yetersiz kalmaktadır. Bu konuda araştırmacılara
değerli veriler sunabilecek olan, buluntuları zayıf kamplar değil ovanın en
önemli Neolitik yerleşimi (“karmaşık toplum” özellikleri gösteren) Çoğa
Gavaneh’tir. Burası, MÖ. 4800-4200 arasında 3 hektar büyüklüğe ulaşmış
sürekli bir yerleşimdir. Aynı devirde ovada 1 hektardan büyük 18; 1
hektardan küçük 26 yerleşimin daha kurulduğu görülür. Gavaneh’te evcil
arpa, buğday, nohut ekilmiş; evcil keçi, koyun, sığır, domuz beslenmiştir.
Kil figürinler ve desenli çömlekler bakımından zengin olan yerleşimde,
damga mühürler ve hesap taşları gibi yönetici sınıfın varlığına işaret eden
kanıtlara da ulaşılmıştır. Gavaneh, Orta Kalkolitik’te “köy”den çok “kasaba”
adını hak eder ve sınıflı toplum görüntüsüne sahiptir. Uzak coğrafyalara ait
çömlek stillerinin burada buluşması, Gavaneh’in yabancı toplumlarla takas
yaptığını ve farklı kültürel gelenekleri içselleştirebildiğini gösterir. Bu
çömleklerin ilki, Kuzeybatı İran’a özgü “Dalma” çömleğidir. Adını Urmiye
Gölü’nün güneyindeki Dalma Tepe’den alan çömlek stili, MÖ. 5. binyıl
boyunca Azerbaycan’dan Orta Zağros’a kadar çok geniş bir alana
yayılmıştır. Gavaneh’te ilk olarak Güneybatı İran (Deh Luran, Susiana) ve
Güney Mezopotamya’da (Ubeyd dönemi kasabalarında) üretilen çömleklere
de rastlanır. Gavaneh ahalisinin taş obje imalatında kullandığı kuvarslı
kayalar da bölgeye yabancıdır: Bunların batıdan (Orta Fırat Havzası) ve
güneyden (Deh Luran Ovası ile Güney Zağros) geldiği düşünülmektedir.
Obsidyen (volkanik cam) ise Anadolu kökenli olmalı. Yabancı
hammaddelerin ve objelerin İslamabad’a yüzlerce km. öteden takas yoluyla
gelmiş olması mümkündür. Ancak ovanın çoban kamplarına ev sahipliği
yaptığı dikkate alındığında, hareketli çobanların da kültürel alış-verişlere
katıldıkları, “aracı” rolü oynayarak uzak yerleşimleri birbirine
yaklaştırdıkları düşünülebilir (Abdi vd., 2002: 43-45; Abdi, 2003: 426).
Harita 5. İslamabad Ovası’nın coğrafi yapısı… Çoban kampı olduğu sanılan Tuwah
Koşkeh, 10 km. doğusunda Çoğa Gavaneh yerleşimi ve onun da güneydoğusunda
Wezmeh mağarası (Abdi, 2003: 412).
İslamabad Ovası’nın bütününü dikkate alan çalışmalar sayesinde, Ova
nüfusu ve üretim biçiminin evrimi hakkında uzun vadeli sonuçlara
ulaşılabilmiştir. İslamabad’da kurulan erken Neolitik yerleşimlerin tarihi
MÖ. 9000’e uzanır. “Erken Neolitik”te ovanın sahip olduğu yerleşim sayısı
yalnızca 3’tür ve bunların (Çoğa Gavaneh, Chia Baft, Chia Jani) hepsinin
büyüklüğü 0,5-1 hektar arasındadır (Abdi, 2003: 414; Forouzan vd., 2012:
3534). MÖ. 7. binyılda sayı 10’u bulmuş; yerleşimlerin ortalama büyüklüğü
de 1 hektara ulaşmıştır. Çoğu Ravand Nehri ve onun kolları üzerinde
bulunan küçük köylerin her biri 100 ila 200 kişiyi barındırmaktadır. MÖ. 6.
binyılın ilk yarısında (Geç Neolitik’te) ise İslamabad Ovası’nda yerleşim
sayısı 18’e çıkar. Bunların yalnızca birinin genişliği 2 hektara yakın olup
diğer 17’si 1-1,5 hektarı kapsamaktadır. Erken Kalkolitik Dönem’de (MÖ
5500-4700) sayı daha da artar, 28 olur. Bu devirde Çoğa Gavaneh “ovanın
merkezi” haline gelerek 2,5-3 hektarlık genişliğe erişir; diğer 27 yerleşim 2
hektardan küçüktür. Döneme dair en ilginç gelişme, ovada ilk kez
“mevsimlik kamp” görüntüsüne sahip, kalıcı değil kısa süre konaklamaya
uygun mahallerin ortaya çıkmaya başlamasıdır. Orta Kalkolitik’e (MÖ.
4700-3700) kadar ovada yerleşim sayısı sürekli artmış, mevcut yerleşimler
genişlemiştir. Benzer bir eğilim Orta Kalkolitik başlarında da (MÖ. 4700-
4350) sürer: Yerleşim sayısı 37 olmuştur, ama 10’u 0,5 hektarı bulmayacak
denli küçüktür. Bunlar herhalde belli mevsimlerde iskân edilen çoban
kamplarıydı. Gavaneh ise 3-3,5 hektar genişliğe ulaşmıştır. Orta Kalkolitik
ilerledikçe (4350-3950) ovada şaşırtıcı gelişmeler yaşanır: yerleşim sayısı ilk
kez azalırken (36) Çoğa Gavaneh’in yüzölçümü 4 hektara yaklaşmış, ancak
0,5 hektarlık kampların sayısı 15’e ulaşmıştır. Orta Kalkolitiğin son
evresinde (3950-3700) yerleşikleşmedeki geri dönüşler belirginleşir: Çoğa
Gavaneh nüfusu sabit kalsa da, İslamabad Ovası’nda yerleşik nüfusun
gerilediği kesindir. Zira köy sayısı 17’ye ve kamp sayısı 10’a düşmüş, kaba
bir hesapla 500 yıl önceki nüfusun 1/3’ü yitirilmiştir. Geç Kalkolitik’te (MÖ.
3700-3400) durum daha da vahimdir: dönemin 1. evresinde Çoğa Gavaneh 1
hektar daralmış, ovada hiç mevsimlik kamp kalmamış, toplam yerleşim
sayısı da 14’e gerilemiştir. Geç Kalkolitik sonunda ise ovada yerleşik kültür
neredeyse yok olma noktasına gelmiştir. Çoğa Gavaneh’in yüzölçümü 2
hektara kadar düşmüştür ve ovada onun dışında yalnızca (çok küçük) iki köy
vardır artık. Orta Kalkolitik’ten Geç Kalkolitiğe geçiş sürecinde yerleşim
sayısı geriler ve yerleşimler arasındaki mesafe artar: Daha önceleri hayvan
otlatmak için köyden çok uzaklaşmayan çobanlar, yeni tablo ile birlikte daha
uzak otlaklardan da yararlanmaya başlamış olmalıdırlar (Abdi, 2003: 413-
425).
Abdi’nin İslamabad Ovası’na dair bir başka varsayımı, hareketli
çobanların ovadaki mağara ve kaya sığınaklarını da kısa süreli barınak
olarak kullandıklarıdır. Batı ve Kuzey İran’daki bu tip mekânlar,
Neolitik’ten önce de avcı-toplayıcılara barınak olmuştu. Anlaşılan hareketli
çobanlığın güç kazandığı bir devirde bu gelenek yeniden keşfedilmişti. Sözü
edilen çoban sığınakları içinde ilk göze çarpan Wezmeh Mağarası’dır.
Bugün bile, birkaç saatlik yürüme mesafesindeki köylerinden buraya gelen
çobanlar mağara çevresindeki otlaklardan yararlanmaktadırlar (Abdi, 2003:
429-430).
Orta Kalkolitik sonları ile Geç Kalkolitiğin tamamında, MÖ. 4000-3400
arasında, Orta Zağros’un dağ-arası vadilerinde/ovalarında yerleşik çobanlığa
ve tarıma dayalı ikili geçim stratejisinin büyük yara aldığı açıktır. Bu geçiş
evresinde yalnızca İslamabad değil onun kuzeydoğusuna düşen Mahideşt
Ovası’nda da yerleşim sayısının muazzam biçimde gerilediği saptanmıştır.
Bu ovalarda üretim yapan insanlar acaba Geç Kalkolitik’te kuzeye ve batıya
göç etmek zorunda mı kaldılar? Eğer adı geçen iki ovayı terk ettilerse onları
bu kararı almaya iten faktör neydi? Kaba bir hesapla İslamabad Ovası’nın
yerleşik nüfusu MÖ. 4000’den 3400’e 15 kat azalmıştır. Başka bir bölgeye
göç etmedilerse bu kadar insanın başına ne gelmiş olabilir? Ölüm oranlarını
tavana çıkaran yıkıcı bir olay mı yaşandı? Acaba insanlar yerleşiklikten yüz
çevirip “göçebe çobanlık” ile sonuçlanan daha hareketli bir geçim
stratejisinde karar kılmak zorunda mı kaldılar? Son dönem kazıları sayesinde
İslamabad ve Mahideşt’in güneyindeki Hulailan Vadisi’nde de yerleşim
sayısının sert bir düşüş yaşadığını biliyoruz. Demek Geç Kalkolitik’te Orta
Zağros geçim ekonomisinin daha az yerleşiklik ve daha fazla hareketlilik
(hatta göçerlik) ekseninde örgütlenmesi genel ve kalıcı bir eğilimdir (Abdi,
2003: 431-433).
Tam bu noktada, Orta Zağros’un doğu yamaçlarında benzer
gelişmelerin yaşanmadığı hatırlatılmalıdır. Örneğin doğudaki Kengaver
Ovası’nda (herhalde çevresel koşullar da uygun olduğu için) köy-temelli
tarım ekonomisi değişmeden varlığını sürdürebilmişti. Kengaver, Zağros’un
dış etkileşime daha kapalı bir bölgesinde konumlanır; tarımsal üretim sınırlı
olduğu için orada büyük bir toplumsal değişim yaşamamıştır. Buna karşılık,
Orta-Batı Zağros ovaları ve vadileri, doğudaki yaylaları batıdaki alçak
ovalara (Hamrin, Diyala, Deh Luran,,.) bağlayan geçiş yolları üzerindedirler.
Buralarda önceleri köylerde yürütülen besicilik uzak otlaklardan yararlanma
ihtiyacı nedeniyle hareketli çobanlık görünümü almış; köyler ile uzak
otlaklar arasındaki mevsimsel göçler de MÖ. 3. binyıl ve sonrasında göçebe
çobanlığın ortaya çıkıp olgunlaşmasına zemin hazırlamıştır. Göçerliğe doğru atılan her yeni adım, göç güzergâhının uzaması ve “bölgelerarası kültürel
temas”ın çoğalması demektir (Abdi, 2003: 436).
Peki, ne oldu da Orta-Batı Zağros köylülerinin önemli bir bölümü
hayvanlarını önce yakın sonra daha uzak mesafedeki otlaklara götürmek;
Orta Kalkolitik’te “hareketli”, Geç Kalkolitik ile Erken Tunç Çağı’nda da
“göçebe” çobanlığı bir yaşam ve geçim biçimi olarak benimsemek zorunda
kaldılar? Bu tip durumlarda akla hep iklim değişikliklerinin gelmesi doğaldır.
Zira iklim çiftçi-otlatıcı yerleşik toplumların yaşamlarını idame ettirmek için
dikkate almaları gereken, karar alma süreçlerini belirleyen, onları doğaya
uyum sağlamaya zorlayan en temel faktördür. Acaba Kalkolitik Dönem
(Bakır Çağı) boyunca Batı İran’da üretim alışkanlıklarını/pratiklerini
değişime zorlayan esaslı iklimsel değişimler olmuş muydu?
İnsan-çevre ilişkisi basit ve çizgisel değil karmaşık ve dalgalıdır. Bazı
“iklim olayları” (climate events) binyıllar boyunca inşa edilen üretim
ilişkilerini dağıtabilir, toplumsal düzeni yıkabilir. Özellikle ani ve yıkıcı
iklim değişikliklerinin toplumsal düzende çöküşe (“collapse”) neden
olduğunu söyleyen çokça bilim insanı vardır. Üretim biçiminin dönüşümü ve
kurulu düzenin yıkılışı, ani iklim değişiklikleri yerine, tekrar ettiği için
istikrarsızlık doğuran kısa erimli doğa olaylarından da kaynaklanabilir.
Birkaç (on)yıl tekrarlanan taşkınlar, soğuk kışlar ve kurak yazlar
insanoğlunun üretim düzeninde radikal dönüşümlere yol açar. Bu
durumlarda çevresel ve toplumsal faktörler iç-içe girer, birbirini tamamlar
(Ur, 2015: 70-71).
Paleoklimatoloji çalışmaları yoğunlaştıkça olası iklim değişikliklerine
dair bilgilerimiz yenileniyor. Örneğin Stevens vd.’nin 2006 tarihli metinleri
sayesinde MÖ 3500 civarında 600 yıllık sert bir kuraklık dalgasının Zağros
toplumlarını derinden sarstığını öğreniyoruz (Stevens vd., 2006: 494, 499).
Bu yıkıcı kuraklık, Zağroslu çiftçileri geçim stratejilerini değiştirmeye ve
bazı yerleşik ya da yarı-yerleşik çobanları göçerlikte karar kılmaya zorlamış
olmalı.
Harita 6. Zağros ile Elburz dağları arasında kalan Kazvin Ovası yerleşimleri…
Mevsimlik çoban kampı olduğu sanılan İsmailabad, Elburz eteklerinde konumlanır
(Young ve Fazeli, 2008: 154).
Benzer bir durum Zağros’un doğusunda da geçerlidir. İran’da besin
üretimi çok uzun süre Zağros’un doğusuna ulaşamamıştı, ama Zağros Geç
Neolitiği yaşarken doğuda da erken yerleşimler kurulmaya başladı. Bunların
çoğu Elburz’un kuzey ve güneye bakan yamaçlarında hayat bulmuştur.
Elburz ve Zağros dağları arasında konumlanan Kazvin Ovası bu açıdan
önemli bir merkezdir. Geç Kalkolitik’te Kazvin Ovası çiftçilik ve çobanlık
yapan pek çok “yerleşik” topluma ev sahipliği yapmıştı. Ama Elburz’un
güney yamaçlarında ortaya çıkarılan bir arkeolojik sitin sürekli değil
“mevsimlik bir yerleşim” (çoban kampı) olduğu sanılıyor. MÖ. 3700-3000
arasında iskân edilen İsmailabad, tarımsal üretime özgü taş aletlere sahip
değildir ve kampın sakinleri Güney Kafkasya’nın (yarı-göçebe) “Kura-Aras”
kültüründe imal edilen çömleklere çok benzeyen çanak-çömlekler
kullanmıştır. İsmailabad’da yaşlı keçi-koyun sayısı çok azdır, demek ki
orada konaklayan çobanlar süt ve yün üretmemiş, yalnızca eti için küçükbaş
besiciliği yapmışlardır. İsmailabad çevresinde bugün de tarım yapılmadığı ve
bölgenin geniş otlak alanlarına sahip olduğu belirtilmelidir (Young ve
Fazeli, 2008: 157, 159). Bu bilgiler bize Zağros (yarı-)göçerliğinin MÖ. 4.
binyılda İran’ın doğusuna yayıldığını ama besiciliğin buralarda hala (Erken
Neolitik kültürdeki gibi) “et” için yapıldığını gösterir.
Sonuç
Güneybatı İran’da hareketli çobanlığa niçin ihtiyaç duyulduğunu
açıklayabilmek için, Orta-Güney Zağros’ta yiyecek üretimi sürecinin dönüm
noktalarına yoğunlaşmak gerekir: 1) Zağros’u mesken tutan avcıtoplayıcılar, tarıma geçmeden önce yabani ortamda tahıl topluyor ama
yerleşik olmadıkları için hasat ettikleri ürünleri yanlarında taşımakta
zorlanıyorlardı. Herhangi bir çekirdek aile, 3 hafta içinde 1 ton tahıl hasat
edebilir ki bu kadar ürün ailenin 1 yılda tüketeceğinden fazladır. Hareket
halinde yaşayan ve yabani buğday-arpa bölgelerini iyi tanıdığı için
olgunlaşma dönemlerinde tahıl alanlarına akan bir grup, elinden geldiğince
çok hububat stoklamak ister. Ama mobil topluluklar, yüzlerce kg. tahıl
dışında, öğütme taşlarını da gittikleri yere götürmek zorundadırlar (Potts,
2014: 6). 2) Demek ki yerleşiklik, tahılı toplama, stoklama ve doğal
habitatından ayırma arzusundan doğmuştur. 3) İlişki karşılıklıdır: yerleşik
hayata geçiş de, yabani tahıl ekimini ve ekim sırasında insana en yararlı
tohumların seçilmesini (tohum ıslahını) teşvik etmiş olmalıdır. 4- Bu şema,
yiyecek üretimi ile yerleşiklik arasında “sarmal bir ilişki” olduğunu gösterir:
biri diğerinin hem nedeni hem sonucudur. Ama besin üretimi yalnızca tarımı
değil çobanlığı da kapsar: Yerleşim yakınlarındaki otlaklar sürülere yeterli
gelmiyor ise, özellikle yaz aylarında yaylalara çıkmak bir zorunluluk halini
alır. Bereketli ovalarda yüksek ürün beklentisi vardır; buralarda yaşayan
ahali tahıl ve bakliyat ile beslenmeyi yeterli bulup besiciliği ek geçim
stratejisi olarak görebilir. Tarımdan az ürün alınan görece kurak bölgelerde
ise çobanlık önem kazanır; tarımla kurulan bağ çok zayıf olduğundan,
hayvanları otlaklara çıkarmak gerekir; yazı yaylada (serinde) geçirmek ve
yerleşik hayatın bunaltıcı havasından uzaklaşmak da yaylacılığı cazip
kılmaktadır
MÖ 6700-6000 arasına yayılan sert (yazın daha kurak, kışın daha
soğuk) iklim koşulları köy-temelli ekonomiyi dönüşüme zorlamış
görünüyor. Bu halin köy toplumunu “mukavemet” stratejileri geliştirmeye
zorladığı açık. Kurak ve yarı-kurak habitatların insanları ya köylerini terk
edip ılıman ve yağışlı coğrafya arayışına çıkmak ya da “hareketli” çobanlığı
“yerleşik” çiftçiliğe yeğlemek zorunda kalmışlardır. Köylülük ve avcıtoplayıcılık olmak üzere hala ikili forma sahip Neolitik geçim ekonomisi
artık büyük bir değişimin eşiğindedir. Neolitik nasıl binyılları ve onlarca
kuşağı içine alan uzun bir sürecin eseriyse, hareketli çobanlığın doğumu ve
daha sonra bazı hareketli toplumların yarı-göçerlik hatta tam-göçerlik
yolundaki evrimleri de Geç Neolitik’te başlamış (MÖ. 6200), Kalkolitiğin
bütününü kapsamış (MÖ. 5500-3400), nihayet Erken Tunç Çağı’nda (ilk
devletler doğarken) tamamlanmıştır. Bereketli Hilal’de (yarı-)göçebe çobanlığın ortaya çıkışı 3 binyıl süren bir maceranın ürünüdür. Aynı
devirler, karmaşık toplumların doğumu için de telaffuz edilebilir. Gerçi,
Neolitik köy toplumlarında kutsal/ritüel amaçlı (kamusal) binalar ile sur/burç
gibi yerleşimin dış tehditlerden korunmasını hedefleyen yapılar Erken
Neolitikte inşa edilmeye başlamıştı. Tabakalaşma/hiyerarşiye işaret eden
mezarlıklar ve yazının öncüsü olan piktogramlar da, toplumsal
karmaşıklaşma yolunda büyük mesafe alındığının kanıtıdır. Ancak insanın
iklim kaynaklı tehditlere karşı geliştirdiği yeni stratejiler belki de “toplumsal
karmaşıklık” açısından anıtsal kamu binalarının inşasından çok daha önemli
adımlardı. Hayvanların artık yalnız et değil süt ve yün için de beslenmesi…
Köylerde kıtlık korkusuyla tek-tür tahıl ve bakliyat ekiminden vazgeçilip
üründe çeşitliliğin hedeflenmesi… Panik içinde yabani besin kaynaklarına
yönelmek yerine besin üretiminin daha da derinleştirilmesi… “Hareketli” ya
da “yarı-göçebe” çobanların aracı rolü üstlenerek malları/teknikleri bir
yerleşimden diğerine ulaştırabilmeleri… Bütün bu unsurlar hem devletöncesi karmaşık toplumların hem de devletli-kentli “uygar” toplumların
ortaya çıkışına katkı sağlamışlardır. Kalkolitik Çağ’da geçim ekonomisi
karmaşık hale geldiği içindir ki toplumsal ve siyasal yaşamda da benzer bir
karmaşıklaşma süreci hız kazanıp yaygınlaşabilmiştir.
T. Tûlâî kampı (MÖ. 6200) yerleşik çobanlık ile başlayıp göçerlikle
sonlanan sürecin en erken evresine aitti ve kampın sakinleri yetişkin
erkekler değil aileler bile olsa köyle bağlantı kesilmemişti. Eğer ortada bir
“köy” var idiyse, belki köyün bir bölüğü tarımla geçiniyor, diğer bölüğü
ailecek çobanlık yapıyordu, ama göç kapasitesi sınırlı olduğundan bunlar
hayvanlarını Susiana ve Deh Luran ovaları ile Zağros yamaçları arasında
otlatıyorlardı. Belki yerleşik olunan mekân bir köy değil mezra (ziraat alanı)
idi ve mezralar kararsız yerleşim özelliği gösterdiklerinden buralarda tarım
yapılsa bile mekân aslen kışlak olarak kullanılmıştı. Her durumda, Tepe
Tûlâî’ye gelen çobanların (kalıcı yerleşim ya da değil) belli mekânlarla
bağları sürüyordu, tam olarak göçebe bir yaşama geçmiş değillerdi. Tûlâî ile
Koşkeh arasındaki 1,5-2 binyıl içinde başka kamplar keşfedilmediğine göre,
Tûlâî’de başlayan şey yaygınlaşamadı. MÖ. 5. binyılın ikinci yarısında T.
Koşkeh’e gelenlerin de tam-göçebe oldukları şüphelidir. Bunlar belki hala
yaylacılık ya da transhumance (yarı-yerleşiklik) evresinde idiler; Köy-mezra
şeklinde örgütlenen kışlaklar ile kurulan bağ büyük olasılıkla kopmamıştı.
Ama T. Koşkeh ovalardan çok daha uzakta ve yüksektedir. Demek göç
kapasitesi artmıştı ama yükün yaylaya nasıl taşındığı hala muammadır.
Zağros sakinleri, gündelik eşyalarını taşımak için deve, at, sığır ve tekerlekli
arabalardan mahrumdular. Akla yatkın tek açıklama, günümüzde taşıma
işlerinde kullanılan keçilerin eski dönemlerde de yük hayvanı olarak değerlendirildikleridir. Eğer bu doğru ise, T. Koşkeh örneğinde “hareketli
çobanlık” yolunda bir adımın daha atıldığı, uzak bölgelere gidebildiklerini
fark eden yarı-göçebe çobanların sonraki binyıllarda “köy” ile bağlarını
koparmakta sakınca görmeyecekleri öne sürülebilir.
Teşekkür
Değerli önerileri ile makaledeki eksiklerin giderilmesine katkı sağlayan
ancak kör hakemlik uygulaması nedeniyle adlarını bilmediğim hakemlere
şükran borçluyum.
KAYNAKÇA
Abdi, K. (2012). “The Iranian Plateau from Paleolithic Times to the Rise of the
Achaemenid Empire”, The Oxford Handbook of Iranian History, T. Daryaee
(Ed.), Oxford: Oxford University Press, 13-36.
Abdi, K. (2003). “The Early Development of Pastoralism in the Central Zagros
Mountains”, Journal of World Prehistory 17(4), 395-448.
Abdi, K., Nokandeh, G., Azadi, A., Biglari, F., Heydari, S., Farmani, D., Rezaii, A.
ve Mashkour, M. (2002). “Tuwah Khoshkeh: A Middle Chalcolithic Mobile
Pastoralist Camp-Site in the Islamabad Plain, West Central Zagros Mountains,
Iran”, Journal of the British Institute of Persian Studies, 40, 43-74.
Alizadeh, A., Kouchoukos, N., Wilkinson, T. J., Bauer, A. M. ve Mashkour, M.
(2004) “Human-Environment Interactions on the Upper Khuzestan Plains,
Southwest Iran. Recent Investigations”, Paléorient, 30(1), 69-88.
Arbuckle, B. S. (2014). “Pace and process in the emergence of animal husbandry in
Neolithic Southwest Asia”, Bioarchaeology of the Near East, 8, 53-81.
Bernbeck, R. (1992). “Migratory Patterns in Early Nomadism: A Reconsideration of
Tepe Tula’i”, Paléorient, 18(1), 77-88.
Cribb, R. (1993). Nomads in archaeology, Cambridge: Cambridge University Press.
Çıvgın, İ. (2016). “Batı İran’da Tarım ve Hayvancılığın Başlangıcı: İklim, Doğal
Kaynaklar ve Kültürel Temas (MÖ. 10000 – 7000)”, Ordu Üniversitesi Sosyal
Bilimler Araştırmaları Dergisi, 5(3), 767-792.
Çıvgın, İ. (2017). “Karmaşıklık Yönünde İlk Adımlar: Kuraklığın Geçim
Ekonomisine Etkisi (MÖ. 7. Binyıl)”, Aktüel Arkeoloji, 58, 36-51.
Düring, B. S. (2016). “The 8.2 Event and the Neolithic Expansion in Western
Anatolia”, Climate and Cultural Change in Prehistoric Europe and the Near
East, Peter F. Biehl ve O. P. Nieuwenhuyse (Ed.), Albany: State University of
New York Press, 135-150.
Fernandez, H., Taberlet, P., Mashkour, M., Vigne, J.-D. ve Luikart, G. (2004).
“Assessing the origin and diffusion of domestic goats using ancient DNA”, The
First Steps of Animal Domestication: New archaeological approaches, J. D.
Vigne vd. (Ed.), Oxford: Oxbow Books, 50-54
Flohr, P., Fleitmann, D., Matthews, R., Matthews, W. ve Black, S. (2016).
“Evidence of resilience to past climate change in Southwest Asia: Early
farming communities and the 9.2 and 8.2 ka events”, Quaternary Science
Reviews, 136, 23-39.
Forouzan, F. (2010). Small Finds from Chogha Gavaneh Site in the Islamabad
Plain, Central Zagros Mountains, Iran, Yüksek Lisans Tezi, Atlanta: Georgia
State University – Anthropology Department.
Forouzan, F., Glover, J. B., Williams, F. ve Deocampo, D. (2012). “Portable XRF
analysis of zoomorphic figurines, ‘tokens’, and sling bullets from Chogha
Gavaneh, Iran”, Journal of Archaeological Science, 39, 3534-3541.
Heshmati, G. A. (2007). “Vegetation characteristics of four ecological zones of
Iran”, International Journal of Plant Production 1(2), 115-224.
Hole, F. (2009). “Pastoral Mobility as an Adaptation”, Nomads, Tribes, and State in
the Ancient Near East, J. Szuchman (Ed.), Chicago: The Oriental Institute,
161-283.
Hole, F. (2004a). “Campsites of the Seasonally Mobile in Western Iran”. From
Handaxe to Khan: Essays Presented to Peder Mortensen on the Occasion of
his 70th Birthday, K. Von Folsach, H. Thrane, I. Thuesen ve P. Mortensen
(Ed.), Aarhus: Aarhus University Press, 67-85.
Hole, F. (2004b). “Neolithic Age in Iran”, Encyclopædia Iranica,
http://www.iranicaonline.org/articles/neolithic-age-in-iran (Erişim: 15.5.2016)
Hole, F. (1974). “Tepe Tûlâ’î: An Early Campsite in Khuzistan, Iran”, Paléorient,
2(2), 219-242.
Jasim, S. A. (1981). “Excavation at Tell Abada, Iraq”, Paléorient, 7(2), 101-104.
Kuijt, I. (2000). “People and Space in Early Agricultural Villages: Exploring Daily
Lives, Community Size, and Architecture in the Late Pre-Pottery Neolithic”,
Journal of Anthropological Archaeology, 19, 75-102.
Liverani, M. (2014). The Ancient Near East: History, Society and Economy,
Translated by S. Tabatabai, Oxon: Routledge.
Mashkour, M. ve Abdi, K. (2002). “The question of nomadic campsites in
archaeology: the case of Tuwah Khoshkeh”, Archaeozoology of the Near East
V: Proceedings of the fifth international symposium on the archaeozoology of
southwestern Asia and adjacent areas, H. Buitenhuis vd. (Ed.), Groningen:
ARC-Publicaties, 211-227.
Mazdarani, F. H., Akbari, M. T., Fard, R. M. N., Hessari, M. ve Pour K. C. (2014).
“Molecular Identification of Capra Hircus in East Chia Sabz, an Iranian Pre-
pottery Neolithic Site, Central Zagros, based on MtDNA”, The Journal of
Animal and Plant Sciences, 24(3), 945-950.
Özbal, R. (2010). “A Comparative Look at Halaf and Ubaid Social Complexity and
the Tell Kurdu Case”, Tüba-Ar, 13, 39-59.
Peters, J., Von Den Driesch, A. ve Helmer, D. (2005). “The upper Euphrates-Tigris
basin: cradle of agro-pastoralism?”, The First Steps of Animal Domestication:
New archaeological approaches, J. D. Vigne vd. (Ed.), Oxford: Oxbow Books,
96-124.
Podany, A. H. ve McGee, M. (2005). The Ancient Near Eastern World, Oxford:
Oxford University Press.
Potts, D. T. (2014). Nomadism in Iran: From Antiquity to the Modern Era, Oxford:
Oxford University Press.
Rosen, S. A. (2011). “The Desert and the Pastoralist: An Archaeological Perspective
on Human-Landscape Interaction in the Negev over Millennia”, Annals of Arid
Zone, 50 (3-4), 1-15.
Simmons, A. H. (2010). The Neolithic Revolution in the Near East: Transforming
the Human Landscape (Foreword by Ofer Bar-Yosef), Tucson: The University
of Arizona Press.
Stevens, L. R., Ito, E., Schwalb, A. ve Wright Jr., H. E. (2006). “Timing of
atmospheric precipitation in the Zagros Mountains inferred from a multi-proxy
record from Lake Mirabad, Iran”, Quaternary Research, 66, 494-500.
Sutliff, D. J. (2015). “On nomadic transhumance at Neolithic Tepe Tula’i, Iran: A
re-analysis of findings”, Journal of Archaeological Science: Reports, 3, 392-
397.
Ur, J. (2015). “Urban Adaptations to Climate Change in Northern Mesopotamia”,
Climate and Ancient Societies, S. Kerner, R. J. Dann ve P. Bansgaard (Ed.),
Copenhagen: Museum Tusculanum Press, 69-96.
Weninger, B., Clare, L., Gerritsen, F., Horejs, B., Krauß, R., Linstädter, J., Özbal, R.
ve Rohling, E. J. (2014). “Neolithisation of the Aegean and Southeast Europe
during the 6600–6000 calBC period of Rapid Climate Change”, Documenta
Praehistorica, XLI, 1-31.
Wheeler Pires-Ferreira, J. (1975-1976-1977). “Tepe Tûlâ’î: Faunal Remains from an
Early Campsite in Khuzistan, Iran”, Paléorient, 3, 275-280.
Young, R. ve Fazeli, H. (2008). “Interpreting Animal Bones in Iran: Considering
New Animal Bone Assemblages from Three Sites in the Qazvin Plain within a
Broader Geographical and Chronological Perspective”, Paléorient, 34(2), 153-
172
ORTA ZAĞROS’TA HAREKETLİ ÇOBANLIĞIN DOĞUMU: TEPE TÛLÂÎ’DEN (MÖ. 6200-5900) TUWAH KOŞKEH’E (MÖ. 4900-4000)
İzzet ÇIVGIN
AÜDTCF, Antropoloji Dergisi, Sayı:34 (Aralık 2017), s.49-81
DEĞERLENDİRME / REVIEW
Gönderim/Received: 17 Temmuz/July 2017
Kabul/Accepted: 23 Kasım/November 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder