Türklerin Eğittiği ve geliştirdiği köpeklerin en başında Belçika kurt köpeği gelir.
Atın, yaklaşık olarak bundan 5500 yıl evvel, MÖ 3500 yıllarında, bugünkü Kazakistan’ın kuzeyinde yer alan Botai kültüründe evcilleştirildiği biliniyor. Atı evcilleştiren Botai halkının, yaşam tarzına bakıldığında Türk oldukları izlenimi uyansa da, bu konuda, tam anlamıyla bir kesinlik, henüz sağlanamamıştır. Bâzı bilim adamları, bu kültürün Hind-Avrupa kökenli olduğunu savunurken, birçok bilim adamı da bu kültürün Türk olduğunu savunmaktadır.
Botai kültürü, MÖ 3700 ile 3100 yılları arasında uzun bir süre var olmuş olan bir kültürdür. İlk olarak Sovyet arkeolog V. F. Zaibert tarafından bulunduğu 1980 yılından beri yapılan kazılarda, yüz binlerce hayvan kemiği çıkarıldı ve işin en ilginç yanı ise bulunan yaklaşık 300 000 civârında kemiğin, neredeyse tamamımın, %99,99’unun at kemikleri olmasıydı.[1] [2] Ayrıca bu bölgede, at kafatası ile çevrili bir iskelet de bulunmuştur.[3]
Gerek Kazak bozkırı, gerekse de Karadeniz’in kuzeyinden Sibirya ve Orta Asya’ya kadar olan bölgede atçılığın çok kısa sürede yayıldığı görülmektedir. Atın hızı, dayanıklılığı ve gücü, onu çevresindeki diğer büyük baş hayvanlardan ayırmış ve kısa zamanda yolculukların, göçlerin ve savaşların aranılan hayvanı hâline getirmiştir. Üstelik bu rolünü de 20. yüzyıla kadar korumuş ve kimseye kaptırmamıştır.
Atın evcilleştirilmesinin iki muhtemel kaynağından biri olan Türkler, diğer milletlere göre ata daha fazla bağlanmış ve atla berâber, ata uygun bir yaşam tarzı geliştirmişlerdir. Doğal olarak da, bu yaşam tarzı dilden, dine, geleneklerden, töreye kadar bütün unsurları etkilemiştir.
Atın, yaklaşık olarak bundan 5500 yıl evvel, MÖ 3500 yıllarında, bugünkü Kazakistan’ın kuzeyinde yer alan Botai kültüründe evcilleştirildiği biliniyor. Atı evcilleştiren Botai halkının, yaşam tarzına bakıldığında Türk oldukları izlenimi uyansa da, bu konuda, tam anlamıyla bir kesinlik, henüz sağlanamamıştır. Bâzı bilim adamları, bu kültürün Hind-Avrupa kökenli olduğunu savunurken, birçok bilim adamı da bu kültürün Türk olduğunu savunmaktadır.
Botai kültürü, MÖ 3700 ile 3100 yılları arasında uzun bir süre var olmuş olan bir kültürdür. İlk olarak Sovyet arkeolog V. F. Zaibert tarafından bulunduğu 1980 yılından beri yapılan kazılarda, yüz binlerce hayvan kemiği çıkarıldı ve işin en ilginç yanı ise bulunan yaklaşık 300 000 civârında kemiğin, neredeyse tamamımın, %99,99’unun at kemikleri olmasıydı.[1] [2] Ayrıca bu bölgede, at kafatası ile çevrili bir iskelet de bulunmuştur.[3]
Gerek Kazak bozkırı, gerekse de Karadeniz’in kuzeyinden Sibirya ve Orta Asya’ya kadar olan bölgede atçılığın çok kısa sürede yayıldığı görülmektedir. Atın hızı, dayanıklılığı ve gücü, onu çevresindeki diğer büyük baş hayvanlardan ayırmış ve kısa zamanda yolculukların, göçlerin ve savaşların aranılan hayvanı hâline getirmiştir. Üstelik bu rolünü de 20. yüzyıla kadar korumuş ve kimseye kaptırmamıştır.
Atın evcilleştirilmesinin iki muhtemel kaynağından biri olan Türkler, diğer milletlere göre ata daha fazla bağlanmış ve atla berâber, ata uygun bir yaşam tarzı geliştirmişlerdir. Doğal olarak da, bu yaşam tarzı dilden, dine, geleneklerden, töreye kadar bütün unsurları etkilemiştir.
Kurt mu? kangal mı?
İstanbul Emniyet’i toplumsal olaylarda kullanılmak üzere Kangal köpeğini tercih etti. Prof. Dr. Tamer Dodurka “Kangal mı Kurt mu?” sorusuna yanıt verdi.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından başlatılan proje kapsamında çevik kuvvet polislerinin toplumsal olaylara müdahalesinde artık Kangal köpeği kullanılacak. Bu kapsamda Sivas’ta bulunan bir çiftlikten ilk etapta eğitilmek üzere 10 yavru Kangal İstanbul’a götürüldü. Alman ve Belçika polisinin toplumsal olaylarda kendi köpeklerini kullanmasından yola çıkan İstanbul Emniyet Müdürlüğü de milli ırk olarak Kangal köpeğini tercih etti. Peki toplumsal olaylarda Kangal ne kadar doğru bir seçim? İç Hastalıkları ve Psikoloji Uzmanı Veteriner hekim Prof. Dr. Tamer Dodurka “Kangal mı Kurt mu?” sorusuna yanıt verdi..
Kangal güçlü ve bağımsız bir ruhtur
Kangal milli bir ırk. Bizim Anadolu halkımızın en önemli işlerinden biridir Kangal’ın korunması. Tam adı “Türk çoban köpeği Kangal”dır. Orta Asya’dan gelmiştir ve Sivas Kangallı’lar tarafından bu safkan ırk korumuştur.. Anadolu’da geniş bir coğrafyada Kangal vardır. Sadece Anadolu çoban köpeği demek de doğru değildir Kangal’a. Onu Türk çoban köpeği olarak anmak gerekir. Bu köpek asırlardır sürü korumak için çoban köpeği olarak yetiştirilip bakıldı, ve bu hayvanın da en iyi yapacağı işi koruma köpeği olmasıdır. Bu sürünün korunmasıdır ama kente geline koruma içgüdüsü olarak fabrikalarda, evlerde bir bekçi köpeği olarak içgüdüsel olarak bakılıyor. Çoban köpekleri iki türlüdür, biri sürüyü güder, diğeri de sürüyü korur. Sürüyü güden köpekler çobandan emir alır ve onun hareketlerine göre sürüyü yönlendirirler, bu hayvanlar itaat eğitimine daha yatkındırlar. Sürüyü koruyan köpekler ise çobandan bağımsız hareket eder, yeri gelir sürüden uzaklaşır ve kontrolü yapar, etrafı kollarlar bu etkinlikleri yaparken de çobandan bağımsız davranırlar.
Alman kurdu eğitime yatkındır itaat eder
Halkın bildiği adıyla Alman ya da Belçika kurdu (çoban köpeği) bu ırk köpekler ise itaat eğitimine daha yatkın köpeklerdir. Duyma özellikleri ve kulak yapısı bakımında kangala göre daha avantajlı köpeklerdir. Toplumsal olaylarda çok önemli bir özellik olmasa da köpek eğitmenine bakar ve onun verdiği komutlara göre hareket eder. Bu ırklar çok kolay eğitim alan ve itaat eğitimini alma yeteneği daha yüksek köpekler. Kangal kadar özgür ruhlu olmadıkları için eğitmeninin direktifleri daha iyi yerine getirir eğitimi iyi aldıysa başlarına buyruk hareket etmezler. İyi eğitimli bir Alman çobanı sahibinden gelecek direktifi dinlemek için komuta konsantre olmuş bir şekilde sahibinin yüzüne bakarak yürür. Toplumsal olaylarda beklenmeyen bir hadise karşısında Alman çobanın bu yüksek konsantrasyonu çok işe yarayacaktır.
Polis köpekleri doğumdan itibaren eğitime başlar
Taşıması kolaydır. Kangal’larda da nadir de olsa itaat eden köpekler çıkabilir ama çok fazla çaba gerektirir bunun için.
Polis köpekleri doğumdan itibaren eğitime başlar, bunlar çeşitli aşamaları kapsar önce sosyalleşme ile başlar ardından itaat eğitimleri ve uzmanlık eğitimlerine geçilir, kimi bomba, kimi asayiş kimi uyuşturucu arar ve sürekli eğitimler devam eder sık tekrarlar yapılır ki ani olaylar karşısında köpek sahibine itaatte kusur etmesin ve görevini tam yapsın. Kangal’ın eğitimi çok daha zor olacaktır. Her köpek bomba köpeği olamaz, 100 köpekten biri seçilir, bu ciddi ve üstü düzey özellikler gerektiren bir durum. Afrika’da bile sürü koruyan Kangal’lar var. Sürüye leopar saldırıyor Kangal’lar da sürüleri leoparlardan koruyor böylesine üstün bir ırk Kangal. Ama üstün olması her konuda da başarılı olacak anlamına gelmiyor. Asırlardır Anadolu’nun sert iklimine alışkın olan Kangal daha sıcak bölgelerimizde sıkıntı yaşayacaktır. Büyükşehirde doğan Kangal özelliğini kaybedecektir. Kangal’ı korumak istiyorsak kendi bölgesinde yetişrirmek ve çoban, koruma köpeği olarak kullanmak gerekir.
Toplumsal olaylarda kontrolden çıkabilir
Kangal’lar itaat eğitimi almaya bağımsız karakterleri nedeniyle çok yatkın değillerdir. Buna rağmen Kangalımız eğitilebilir, ancak bir Belçika ya da Alman köpekleri kadar eğitime yatkın değillerdir. Dolayısıyla toplumsal olaylarda her türlü hadiseyle karşılaşabileceğimizi göze alarak eğitime en yatkın köpekleri tercih etmek daha doğru olacaktır. O kargaşa anında bağımsız ruhlu bir hayvanı kontol etmek diğerleri kadar kolay değildir. Verilen komutları dinlemeyebilir Kangal. Bunun sonuçları da ciddi olabilir.
Kangal görünüm bakımından iri cüssesiyle caydırıcı bir köpektir, bazı yerlerde polisin işine yarayabilir. Ama toplumsal olaylarda daha çok itaat eden bir köpeği tercih etmek gerekir. Alan korumada bekçi köpeği olarak kullanmak lazım Kangal’ı. Bir dezavantajı da ağır olmasıdır. Taşımak zordur Kangal’ı. Polis ve askeriyede alan korumada mükemmel iş yapar. Çok dayanıklıdır.
ANAYURTTA KURULAN İLK MEDENİYETLER
Yukarıda da uzun uzadıya ifade ettiğimiz gibi, 6,5 milyon km2 genişliğinde çok büyük bir coğrafya üerinde yaşamış olan Türkler yaşadıkları bölgelerde insanlık tarihinin en eski medeniyetlerini meydana getirmişlerdir. Çeşitli zamanlarda yapılan arkeolojik kazılar sonucunda bu bölgelerde paleotik devre kadar uzanan kültür katmanları tespit edilmiştir. Özellikle “kurgan” 4 adı verilen mezar odalarında önemli eserler ele geçirilmiştir. Bu eserler vasıtasıyla MÖ. 4. bin yıldan itibaren yaratılan ve değişik adlarla anılan kültürlerin özellikleri hakkında bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Daha sonraki “Atlı-Göçebe Türk Medeniyeti”nin temellerini oluşturmuş bulunan bu kültürler şunlardır. Afanas’yev Kültürü (MÖ. III. II. Bin Yıllar) Bilindiği üzere İdil Boyu ve Batı Sibir sahasında, MÖ. III. ve II. Bin yıllarında “Afanas’yev Kültürü” adı verilen bir devir olmuştur.5 Abakan veya Afanas’yev adıyla anılan bu kültür, batıda İdil (Volga) nehrine, güneyde Altay Dağları’na kadar uzanan oldukça geniş bir sahaya yayılmıştır. Çakmak taşından yapılmış ok uçları, kemik iğneler, bakır bizler, bıçaklar, küpeler ve maden işlemede kullanılan çeşitli aletler, bu kültürün belli başlı eserleridir. Ayrıca, Afanas’yev kültür insanı avcılık yapmanın yanı sıra, at ve koyun da besliyordu.6 Afanas’yev kültürü çok kuvvetle güney kültür tesirlerine sahipti. Kapları, kuzeydeki Tayga bölgesinden tamamen ayrılıyordu. Bu tesirlerin, en yakın bölge olan Altay Dağları’ndan gelmiş olması çok muhtemeldir.7
Andronov Kültürü (MÖ. 1700-1200)
Afanas’yev’in devamı olarak kabul edilen Andronov kültürü, Tanrı Dağları (Tienşan) ve Balkaş (Tering) Gölü’nden Yayık Nehri’ne kadar uzaman geniş bozkır sahasında gelişmiştir8 . Bu kültürü oluşturanların çok kudretli ve zengin bir sosyal hayata sahip oldukları müşahede edilmektedirBu sahada yaşayan Brakisefal, muharip ve göçebe bir kavme ait olan bu kültürün en önemli eserleri kaplar idi. Geniş ağızlı, düztabanlı, kulpsuz, üç köşeli veya mendirek şeklindeki basma süslerle süslenmiş olan bu kaplardan başka, taştan yapılmış kaşıklar, ok uçları, kemik iğneleri, yekpare kabzalı hançerler ve baltalar, delikli ok uçları, inci ve küpe gibi süs eşyaları bu kültürün en önemli buluntularıdır. Ayrıca, Tunç (bronz) ve altından eşyalar da ilk defa bu kültürde görülürler. Çin, tunç yapmayı Andronov insanından, yani Türklerin atalarından öğrenmiştir.9 Öte yandan, Andronov kültürünün temsilcileri, atın ve koyunun yanında deve ve sığır gibi hayvanları da beslemeyi öğrenmişlerdir.10 Bu devirde at, artık bir binek ve yük hayvanı olmakla kalmamış; eti yenen bir hayvan olarak da önem kazanmıştı.11
Karasuk Kültürü (MÖ. 1200-700)
1200-700 yılları arasında Yenisey nehrinin baş kısmında yaşayan zümre “Karasuk Kültürü” adını taşıyan kültür dairesine mensuptur.12Karasuk kültürü özellikle Batı Türkistan’da, Efrasiyab ve Semerkand’da bulunan taş figürler ile tanınmıştı. Bu kültürde Andronov geleneği devam etmekle beraber, yenilik olarak demir madeni bulunmuş ve işlenmesine başlanmıştır.
Karasuk metal işleyicilerinin ürünleri, yüksek düzeyde teknik yetkinlik gösterdikleri gibi, metal araç-gerecin geniş bir alanda kullanılmış olması, metalurjik üretimin çapının (şimdiye değin incelenenlerde) görülmedik derecede olduğunu göstermektedir. Aynı şey Kazakistan’daki, çoğunun Karasuk dönemiyle ilişkili olduğu açıkça anlaşılan maden çıkarma etkinlikleri için söylenebilir. Karasuk maden fırıncıları da, bakıra arsenik ve kalay karıştırıp, alaşımın niteliklerini ve ondan yapılan metal nesnenin teknik özelliklerini büyük ölçüde geliştiren tekniklerin ustası olmuşlardı13; aynı zamanda Altay çevresinde ziraat kültürünün de geliştiği tespit edilmektedir.14
At, deve, koyun ve sığır beslemesini bilen bu kültür insanı, koyunların yünlerinden istifade ederek onları dokuyarak giymesini de biliyorlardı. Yenisey bölgesinde bulunan taşlar üzerindeki resimlerde, Rusların “Kibitka” dedikleri arabalı çadırlar da görülüyordu. Bu çadırların keçeden imal edildiğini biliyoruz.15
Tagar ve Taşdık Kültürü (MÖ. 700-100)
Karusuk kültürünü müteakiben Abakan ve Minusink bölgelerinde Tagar kültürünün geliştiğini görüyoruz.16 Adı geçen bölgelerde Tagar kültürüne ait tunçtan iki yanı keskin bıçaklar, hançerler ve çok sayıda ok uçları ile güçlü altın ve tunç tokalar, iğneler, taçlar, bilezikler, küpeler, taraklar ve saplı tunç aynalar bulunmuştur. Eşyalar üzerine işlenen hayvan başı motifleri, daha sonraki Türkistan Türkleri’nin geliştireceği hayvan sanatının temelini oluşturmaktadır.17Tagar kültürü MÖ. 300 yıllarından sonra Taşdık kültü adıyla yeni bir gelişme gösterir. Tagar ve taşdık kaya resimleri ile mezarlarında ele geçen türlü buluntular, Türk kültürünün bütün özelliklerini yansıtmaktadırlar. Bu bakımdan, bu kültürlerin yaratıcılarının Türklerin ataları oldukları hususunda asla şüphe edilmemektedir.18
Araştırmacılar, tarıma uygun yerlerde, tarlaların bulunduğunu söylemektedirler. Mezarlardan çıkan kaplar, toprağa az çok yerleşik bir yaşam biçimi olasılığını ve tarımın uygulanıyor olabileceğini göstermektedir.19
A. N. Kurat’a göre, “Arkeolojik araştırmalardan anlaşıldığı üzere Yenisey Nehri’nin orta ve baş sahaları ile Baykal Gölü çevresi, Lena Nehri’nin baş kısımları, İrtiş Nehri boyları ve Altay çevreleri çok erkenden, artık göçebe hayatı yaşayankavimlerin sahasını teşkil etmiş ve bura ahalisi erkenden Çin ile yakın münasebetlerde bulunmuştur. Arkeolojik kalıntılar arasında Çin menşeli eşyaların çokluğu bunu ispatlamaktadır. Bilindiği üzere Çin, MÖ. II. Binden Milad sıralarına kadar bronz imalatının en mühim merkezlerinden birini teşkil etmekte idi. Fakat “demir devri” Altay çevresinde Çinden daha önce başlamıştır: MÖ. V. IV. yüzyıllarda Minusinks bölgesi ve Altay çevresinde “demirciliğin” geliştiği tespit edilmiştir. Türklerin tarih sahnesine çıkışlarında “demirci” oldukları göz önünde tutulursa, Altay çevresinde MÖ. en geç yarım bin yıl önce Türklerin yaşamış oldukları kabul edilmelidir”20 .
Anav Kültürü (MÖ. 4000-1000)
Türkitan’da en eski medeniyet merkezlerinden biri de Batı Türkistan’da Aşkabad yakınlarında bulunan Anav bölgesidir. Anav’da yapılan kazılarda oldukça gelişmiş yerleşik bir kültüre rastlanmıştır. Anav kültürünün insanı, güneşte kurutulmuş tuğlalardan yapılan evlerde oturuyor; koyun, sığır gibi hayvanları besliyor; çiftçilik yapıyordu.21Aynı yerleşik kültürün bir benzeri de Namazgâhtepe’de ortaya çıkarılmıştır. MÖ. 2500 yıllarına kadar geriye giden bu kültürün insanı, arpayı ve buğdayı dibeklerde öğütmesini ve bakırdan süs eşyası yapması biliyordu.22 Kalıntılardan koyunların yünlerinden de istifade edildiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Anav insanının Mezopotamya ve Hindistan istikametinde yayılarak, Sümer ve Mohenja-daro kültürlerini yarattıkları tahmin olunmaktadır.23
Bütün bunlar, anayurtta kurulan ilk Türk medeniyetlerinden Anav kültürü dışındakilerin belli bir bölgede ortaya çıkmış olduğunu, gelişmelerini de o bölge sınırları içerisinde tamamladığını göstermektedir. Halbuki, Anav kültürü, diğer kültürlerden çok daha farklı bir yapı arz etmektedir. Her şeyden önce bu kültür, MÖ. 4000 yıllarından MÖ. 1000 yıllarına kadar uzanan üç bin yıllık bir süreye sahiptir. Bu kültürün insanı, diğer kültürlerden farklı olarak, hem yerleşik hayatı hem de hayvancılığı yani konar-göçer hayatı birlikte yürütebilmiştir. Fakat her şeyden önemlisi, Anav kültürü, ortaya çıktığı bölgeyle sınırlı kalmamış, Orta doğudan Çin’e, Hindistan’a kadar yayılmıştır. Örneğin Mezopotamya’daki Sümer kültürü ile Hindistan ve Pakistan’daki Harappa, Mohenja-daro kültürleri ve Çin’deki Yang-Shao kültürlerinin temeli de Anav kültürüne dayanmaktadır. Bir başka deyişle bu kültürleri yaratanlar, Türkitan kökenli Anav kültürünün Mezopotamya, Hindistan, Pakistan ve Çin’deki temsilcileridirler.24
Atlı-Göçebe Türk Medeniyetinin Özellikleri
Türkistan’ın son derece elverişsiz olan tabiat ve iklim şartları, Türkleri devamlı bir mücadelenin içerisine itmiştir. Türk’ün karakterlerini yaşayış tarzını, inancını, dünya görüşünü ve sanat anlayışını etkileyen bu mücadele iki yönlü olmuştur:
a. Tabiata hâkim olmak için yapılan mücadele,
b. Yaşamak için verilen mücadele.
Türklerin her şeyden önce kendilerini tabiata uydurmaları, yani onun kadar sert olmaları gerekmiştir.25 Aksi takdirde yaşamaları
imkânsız olurdu. Zamanımızda bir bilginin dediği gibi, onlar sert ve acımasız tabiat ve iklim şartlarına karşı cesaretle meydan okumuşlar ve yine ona en uygun tepkiyi göstermişlerdir. Sonunda tabiata hâkim oldukları gibi, onun gerektirdiği karakterleri de almışlardır. Yani, maddi ve manevi dayanıklılık, demir gibi bir irade, kendine güvenmek, disiplin severlik, ileri görüşlülük, kararlılık, kanaatkârlık onların karakterlerinin başlıca özelliği olmuştur. Ayrıca milli dayanışma anlayışının icabı olarak fedakârlık, bağlılık, dostluk, minnettarlık, vefa, samimiyet, mertlik, dürüstlük, cömertlik ve konuk severlik gibi meziyetler de onlarda pek erken zamanlarda gelişmiş ve yerleşmiştir.26
Türkler, tabiatla mücadele ederken ona hâkim olmayı sağlayacak vasıtaları da bulmuşlardır. Bunlar:
1. Yasalar ve törelerle düzenli şekilde işleyen devletler kurmaları,
2. Tabiatın gerektirdiği hayat tarzını gerçekleştirmiş olmaları.
Atlı göçebe hayatın temelini Andronov kültürü oluşturmaktadır. At, aynı zamanda göçebe hayatın temel unsurudur. Göçebelerin günlük hayatı atın üzerinde geçer. Büyük hayvan sürülerinin sevk ve idaresi, hayvanların bir arada tutulması ve korunması otlakların önceden seçilmesi ve elde tutulması gibi bozkır ekonomisi için gerekli bütün işler, zamanın en süratli vasıtası olan at sayesinde gerçekleştirilirdi. Daha da önemlisi, devlet at üzerinde kurulur ve at üzerinde yönetilirdi. 29
Atı evcilleştirip binen ve ondan bir savaş aracı olarak yararlanan en eski kavim Türkler olmuştur. Başta Çinliler olmak üzere Avrupalı kavimlerin neredeyse tamamına yakını ata binmeyi Türklerden öğrenmişlerdir.30
Göçebe hayatın diğer bir önemli unsuru da demirdir. Demir, silah sanayiinin başlıca madenidir. Andronovo kültürün son zamanlarında düşmanaş görülmeye başlayan demir,31 MÖ. 1000 yıllarından itibaren Türkitan’da yaygın bir şekilde kullanılır olmuştur. Eski destanların da gösterdiği gibi, demircilik Türklerin adeta milli sanatlarıdır.3
Göçebelik, birçok bakımdan çiftçiliğe göre üstün ve yetenek isteyen bir hayat tarzıdır. Büyük sürülerin sevk ve idaresi, geniş sahalarda sürekli dolaşma, mer’a vemülk hukuku bakımından kaçınılması imkansız çatışmalar, oymak teşkilatları, hayvan yetiştirici göçebelikle ilgili her şey bir diğeri ile sıkı sıkya bağlıdır. Bunun tabii sonucu olarak görüş ufku genişler, cesaret, oymağa bağlılıkşuuru, hükmetme gururu, teşkilatçılık kabiliyeti hülâsa, devlet kurmak için bütün vasıflar gelişir. Bu ruhi kabiliyet ve meleke ile yetişen insanlar, çiftçi kavimleri yendikten sonra, sürülerini barındırma imkanlarına da sahip doğuştan hakim unsur ve devlet kurucu oluverirler.33 Diğer taraftan bu hayat tarzı onların teşkilatçılık ve askerlik kabiliyetlerinin gelişmesine de yardım etmiştir. Ayrıca, Türkitan’nın son derece sert olan iklim şartları, şahsını, ailesini ve malını korumak isteyen herkesi asker olarak yetişmeye adeta zorlamış, bu yüzden de, eski Türklerde “halk ordu- ordu halk” olarak görülmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder