5 Aralık 2019 Perşembe

( OSMANLI'DAN GÜNÜMÜZE KÖPEKLER )

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ağaç ve açık hava

( OSMANLI'DAN GÜNÜMÜZE KÖPEKLER )

Göreneklerimizde köpeğe, kedi kadar itibar edilmemiştir. Kedinin idrarı elbisede necis bile değilken, köpeğin yaladığı yer bile pis olur; hatta bazı alimlere göre biri topraklı suyla olmak üzere yedi defa yıkanması icab eder. Bu sebeple köpek Müslüman cemiyetinde ürkülen, uzak durulan bir hayvan olmuştur.
Tirmizi’de geçen bir hadis-i şerifte, “Hiç bir ev halkı yok ki, evde köpek bağlasın da her gün sevabından bir kırat eksilmesin. Ancak av, bekçi veya koyun köpekleri hariç” buyuruldu. Hatta insanlara zarar veren fare, akrep gibi hayvanlarla beraber saldırgan köpeğin de öldürülmesine izin verilmiştir.
Bir ara vahiy kesilmişti. Bunun sebebi sorulduğunda Cebrail aleyhisselam şöyle dedi: “Biz, suret ve köpek bulunan eve girmeyiz”. Sonra küçük yaştaki Hazret-i Hasan’ın oynadığı köpek yavrusunu eve getirdiği anlaşıldı.
Hakim’de geçen bir hadis-i şerif, kıyamet yaklaştığında, bir adama köpek yetiştirmenin, çocuk yetiştirmekten daha cazib geleceğini haber verir.
Herkes köpek sevecek diye bir kaide yok; ama köpek sevenlerle sevmeyenlerin bir arada, hele aynı evde yaşaması da kolay değil.
Deborah Rodriguez’in A Cup of Friendship kitabında şöyle bir cümle geçer: “Köpekler pis ve aptal olurlar. Sanki vermeye mecburmuşsunuz gibi sevginizi ve ilginizi talep ederler.” Zamanımızda köpeklerin değil ama, sahiplerinin, herkesten köpeklerini sevmesini, onlara katlanmasını egoistçe beklediği de bir hakikat.
Köpeklerden ürküntü duymak, onlara merhametli davranmaya aykırı değil elbette. Hazret-i Peygamber, eski ümmetlerden kötü namlı bir kadının, susuzluktan ölmek üzere kuyunun başında bekleyen bir köpeğe ayakkabısıyla su çıkarıp verdiği için affedildiğini söyler.
Sokak köpekleri, eskiden beri Osmanlı şehirlerinin mümtaz sakinleridir. İstanbul’u ziyaret eden hiçbir ecnebi seyyah veya yazar yoktur ki, sokak köpeklerinden bahsetmiş olmasın. Bunları, şehir sosyolojisinin bir parçası olarak görmüşlerdir.
1655’te İstanbul’u gezen Thevenot, halkın köpekleri koruduğunu; hatta bazı zenginlerin köpeklerin geçimi için vasiyette bulunduğunu yazar.
Adeta aralarında teşkilat kurup, sokakları paylaşmışlardır. Birbirlerini muhitlerine asla sokmazlar. Çoğu evin kapısı önünde oyuk bir taş vardır. Evlerde artan yemekler, sokak köpeklerinin yemesi için buraya dökülür. Köpekler, aynı zamanda çöpçü vazifesi görürlerdi. Köpekler, geceleri kendi mahallelerine giren yabancılara havlayarak zabıta işi yaparlardı.
Binlerce sokak köpeğine rağmen, şehirde kuduz hastalığına hiç rastlanmaması hayret vericidir. Yabancılar, yiyeceklerinin az oluşunun, sınırsız bir cinsi serbestlikle bir araya gelince, kuduza karşı muntazam gıda ve barınaktan daha tesirli bir antidot ortaya çıkardığı fikrindedir. Saray tabibi Mavroyeni Paşa, sokak köpeklerine dair bir kitap yazmış; orada da bu sebepler üzerinde durmuştur.
XIX. asırda İstanbul’da 40-50 bin kadar sokak köpeği olduğu zannedilmektedir. Modern şehirleşme ile beraber sokak köpeği meselesi ortaya çıktı.
Avrupa şehirlerinde böyle bir mesele kalmamış; köpek besleyenlere vergi getirilmişti. Hatta köpek sevgisiyle tanınan şair Lamartine, bu vergiye karşı çıkmıştı.
Sultan II. Mahmud, yeniçerilerden sonra şehri köpeklerden de temizlemeye teşebbüs etti. Sivriada’ya sürülmek üzere köpeklerle doldurulan tekne, fırtınaya yakalanmış, dalgalar tekneyi geldiği yere fırlatmıştı. Bunun ilahi bir ihtar olduğu düşünülerek vazgeçildi.
Sultan Abdulaziz zamanındaki teşebbüs başarılı oldu. Ancak bu sefer İstanbul’da çıkan peşpeşe yangınlar, bir intikam olarak görüldü; köpekler apar topar geri getirildi.
1889’da Alman İmparatoru İstanbul’a geleceği zaman, sokak köpeklerinin temizlenmesi konuşuldu. Ancak halkın protestosu üzerine vazgeçildi.
Meşrutiyet devrinde İstanbul şehremaneti (belediyesi), sari hastalık endişesiyle sokak köpeklerini bir bir toplattı. 1910’da Çingeneler tarafından tahta kıskaçlarla toplanıp, kafeslere yerleştirildi. Mavnalarla Sivriada’ya götürüp bıraktı. Köpeklerin uğultusu günlerce İstanbul halkını rahatsız etti, vicdanlarını parçaladı. Gelip gecen teknelerden adaya yiyecek atanlar oldu. Bir müddet sonra köpekler açlıktan öldü; sağ kalanlar ölü arkadaşlarını yediler. Köpek leşlerinin kokusu, semaları sardı.
Uyanık bir Fransız, bu köpeklerden kalan deri, kemik tozu, yağ ve gübre malzemesini toplayıp Marsilya’ya sattı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder