28 Aralık 2019 Cumartesi

Berzuar keçisi

Fotoğraf açıklaması yok.



Berzuar keçisi Avrupa'da Alpler, pireneler Asya'da Kafkaslar ve Sibirya da . Anadolu'da Akdeniz ve Ortadoğu'da yayılım gösterir.
Berzuar keçisi dimdik duvar gibi kayalara tırmanabilen bir keçi türüdür.
Berzuar ve sütleğen bitkisi. Yılan isirdiginda yüzlerce bitkinin içinden bu bitkiyi gider bulur yer. Bitkinin içindeki sıvıda öforban maddesi vardır bu madde kana karışınca kandaki zehiri etkisiz hale getirir, ilginç olan keçinin bu bitkiyi günlük otlamalarinda yememesidir. Sadece yılan isirdiginda yemesidir.
Keçi kendisini tedavi etmeyi biliyor.

23 Aralık 2019 Pazartesi

Anav ve Afanasyevo Kültürü Orta Asya Uygarlığı

Anav ve Afanasyevo Kültürü Orta Asya Uygarlığı ile ilgili görsel sonucu


Anav Kültürü (MÖ 4000-MÖ 1000)

  • Orta Asya’nın en eski kültürüdür. (Anav Kültürünün en önemli özelliği)
  • Türkmenistan’da Aşkabat yakınlarındadır.

Afanesyevo Kültürü (MÖ 2500-MÖ 1700)

  • Türklere ait en eski kültür bölgesidir. (Afanesyevo Kültürünün en önemli özelliği)
  • Altay-Sayan Dağlarının güneybatısındadır.
  • Çakmak taşından ok uçları, bıçaklar, kemik iğneler, bakır eşyalar, basit çömlekler bulunmuştur.

Andronova Kültürü (MÖ 1700-MÖ 1200)

  • Yenisey Irmağı yakınlarındadır.
  • Afanesyevo kültüründen daha gelişmiş ve geniş alana yayılmıştır.

Karasuk Kültürü (MÖ 1200-MÖ 700)

  • Yenisey Irmağı’nın kollarından Karasuk yakınlarındadır.
  • Karasuk kültürünün en önemli özelliği, dünyanın pek çok bölgesinden daha önce demirin işlemeye başlamasıdır.

Tagar Kültürü (MÖ 700-MÖ 300)



Anav ve Afanasyevo Kültürü Orta Asya Uygarlığı ile ilgili görsel sonucu



Anav ve Afanasyevo Kültürü
Orta Asya Uygarlığı

Orta Asya’da oluşan kültürlerin geçmişi MÖ 5000’li yıllara kadar dayanmaktadır. Bu kültürlerin Orta Asya’da kurulan Türk devletlerini pek çok yönden etkilediği görülmektedir. Bu kültürler; Anav, Afanasyevo, Tagar, Karasuk, Andronovo ve Taştık kültürleridir. Şimdi bu kültürlerden Anav ve Afanasyevo kültürünü inceleyelim.
ANAV KÜLTÜRÜ
Anav, Batı Türkistan’da Aşkabad’ın (Türkmenistan) yanında yer alan küçük bir kenttir. Anav Kültürü, ismini bu küçük Anav kentinden alır. Anav’da inşa edilmiş bulunan kazılarda, MÖ 4500 senelerine dair uzanan kalıntılar bulunmuştur. Orta Asya’nın bilinen ilk kültürü, Anav Kültürü’dür. Bu aşama insanlarının tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları, dokuma, seramik, madenden araçlar ve süs eşyaları yaptıkları anlaşılmıştır. Anav vatandaşları koyun, keçi, sığır, deve, köpek benzeri hayvanları da besliyorlardı.
Anav Kültürü, bir takım Türk bilimciler aracılığıyla Ön Türkler (Proto Türk, İlk Türkler) kültürü ile bağlı olduğu söylenir. Anav kalıntılarında bulunan yakılmış cesetlerin kafataslarının brakisefal olduğunu da -Anav’ın Proto Türkler’le bulunan alakası durumundan – bahsetmek gerekir.
AFANASYEVO KÜLTÜRÜ
Afanasyevo Kültürü, Altay-Sayan Dağları’nın kuzeybatısındaki bozkırlarda gelişmiştir. Afanasyevo Kültürü’nü oluşturan insanlar av yapan ve savaşçı bir topluluktu. At ve deve benzeri hayvanları evcilleştirmişlerdi. Koyun besliyorlar, bakırı kullanmasını biliyorlardı.
Altaylar’da gelişen bu kültür, kapsamlı bir bölgeyi etkileyerek Orta Asya Uygarlığı’nın temelini oluşturmuştur. Afanasyevo Kültürü, MÖ 2500 – MÖ 1700 yılları aralarında varlığını sürdürmüştür. Afanasyevo Kültürü, Türkler’in bilinen ilk kültürüdür. Çakmak taşından ok uçları, kemik iğneler ve önce bakır bizler, bıçaklar, bakır tellerden inşa edilmiş küpeler, çeşitli biçimdeki süs eşyalarıyla maden işleme araçları da bulunmuştur.
Bu kültür, gerçekte Neolitik Dönemi’nden (Cilali Taş) Bakır – Taş Dönemi’na (kalkolitik) geçişi temsil eder. Bununla birlikte Asya’da ilk defa at kalıntıları da afanasyevo kültürü ile onun bir gelişmesi ve devamı bulunan Andronovo Kültürü’nde görülmektedir. Afanasyevo-Andronovo Kültür çevresinde yer alan Kapanda-yüs bölgesinde, MÖ 3. binin sonlarına ilişkin mezarlardan, ağızlarında demir gem izleri taşıyan at iskeletleri bulunmuştur.



Anav kültüründe Mezarlarda köpek iskeletleri vardır şunu da belirteyim koyun çobanlığı dünyada Türkler yapmıştır en eski olarak birde Afrika da bir kabile yapmıştır.Koyun çobanlıgının merkezide zağros dağları olmuştur başlangıç olarak 

İlk Çiftçiler Tarihi Nasıl Değiştirdi?



Ürdün’de 10.000 yıllık bir tarım köyü olan Ain Ghazal’da bir evin altına gömülmüş bir insan iskeleti.

F: C. Blair/Ain Ghazal Arkeoloji Projesi

İlk Çiftçiler Tarihi Nasıl Değiştirdi?


Merkez Ürdün’de kayalık bir yamacın altında, sakinlerinin ahşap kirişten çatıları olan, duvarları ve tabanı beyaz kireçle sıvanmış evlerde oturduğu Ain Ghazal adında 10.000 yıllık bir köyün kalıntıları yatıyor.


Orada yaşamış yüzlerce insan dairesel tapınaklarda ibadet etmiş ve 90 santimetre uzunluğunda geniş gözlü, ürpertici heykeller yapmışlardı. Sevgiyle andıkları ölülerinin kafataslarını süslemek için başlarını kesip evlerinin altına gömmüşlerdi.
Fakat Ain Ghazal hakkında bu etkileyici kültür kadar arkeologların ilgisini çeken başka bir şey daha vardı: Burası tarımın doğuşundan sonra oluşan ilk tarım köylerinden biriydi.
Ain Ghazal çiftçileri, yerleşim yerinin çevresinde arpa, buğday, nohut ve mercimek yetiştirdiler. Diğer köylülerse çevre tepelerde koyun ve keçi sürülerini gütmek için bir seferde aylarca köyü terk ediyordu.
Ain Ghazal gibi alanlar insanlık tarihindeki en önemli dönüşümlerden birine, insanların bitkileri ve hayvanları evcilleştirdiği, yerleşik hayata geçtiği ve birçoğumuzun bugün içinde yaşadığı gibi bir toplum oluşturmaya başladıkları ana dair bir bakış sunuyor.
Ain Ghazal gibi alanların sağladığı tüm bilgilere rağmen arkeologlar halen büyük sorularla karşı karşıya. İlk çiftçiler tam olarak kimlerdi? Medeniyetin başlı başına bir dönüm noktası olan tarım dünyanın diğer bölgelerine nasıl yayıldı?
Ancak şimdi bazı cevaplar şaşırtıcı bir kaynaktan, Ain Ghazal ve Yakın Doğu’daki ilk yerleşimlerden çıkarılan iskeletlerdeki DNA’lardan geliyor. Bu bulgular şimdiden tarımın ve evcilleştirmenin nasıl ortaya çıktığına dair uzun zamandır benimsenmiş fikirleri tekrar gözden geçirmeye sevk ediyor.
Yakın Doğu’daki eski tarım köylerinin etkileri Hindistan gibi yerlerde halen görülebilmektedir. F: Sanjay Kanojia/Agence France-Presse — Getty Images
Dahası, yeni veriler ilk çiftçilerin muazzam bir iz bırakmış olabileceğini gösteriyor. İrlanda’dan Hindistan’a, insanlar soylarını binlerce yıl önce Yakın Doğu’da arpa ve buğday yetiştirmeye başlayan insanlara dayandırıyor.
Harvard Tıp Fakültesi’nde bir doktora sonrası araştırmacı olan İosif Lazaridis “Bu henüz anlamaya başladığımız medeniyet hikayesinin bir parçası.” diyor.

Yanlış İzlenimleri Değiştirmek

Tarım devrimi türümüzü ve gezegenimizi değiştirdi. Avcı toplayıcı topluluklar bitkileri ve hayvanları evcilleştirmeye başladıkça göçebe hayatı bıraktılar ve binlerce yıl boyunca var olan köyler ve şehirler inşa ettiler.
İstikrarlı bir yiyecek stoğu, nüfusların süratle artmasına imkan tanıdı ve küçük, eşitlikçi gruplar yüzlerce kilometreye yayılan krallıklara dönüştüler.
Tarım dünya çapında birkaç küçük merkezde başladı fakat muhtemelen ilk defa günümüz Irak, Suriye, Lübnan, İsrail ve Ürdün’ünün kısımlarını içeren bir Yakın Doğu bölgesi olan Bereketli Hilal’de ortaya çıktı. Burada bulunan gelişmiş bir tarımı işaret eden ekinler, besi hayvanları, yiyecek hazırlama için aletler ve köyler gibi kanıtlar yaklaşık 11.000 yıl öncesine dayanmakta.
İran’ın Zagros Dağları’nda yabani keçiler yüzlerce yılda ehlileştirildi. F: Fereidoun Biglari/İran Ulusal Müzesi
1990’larda arkeologlar büyük ölçüde Bereketli Hilal’de tarımın Ürdün ve İsrail’de, güney Levant olarak bilinen bölgede başladığı kanısına vardılar. Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nde kıdemli bir bilim insanı olan Melinda A. Zeder, “Model her şeyin burada başladığı ve sonra belki insanlar da dahil her şeyin buradan yayıldığı şeklinde.” diyor
Fakat geçtiğimiz yıllarda Dr. Zeder ve diğer arkeologlar bu kanıyı bozdular. Araştırmaları Bereketli Hilal’de ve diğer birkaç alanda, yaklaşık aynı zamanlarda tarımın icat edildiğini gösteriyor. Örneğin İran’ın Zagros Dağları’nda Dr. Zeder ve ekibi yaklaşık 10.000 yıl öncesine dayanan, yabani keçilerin yüzlerce yıllık bir süreçte aşamalı olarak evcilleştirilmesinin kanıtlarını buldular.
Ayrıca, bitkilerin yetiştirilmesi de düşünülenden daha eski bir zamana dayanıyor olabilir.
1980’lerde, o zaman İbrani Üniversitesi’nde bulunan Dani Nadel ve meslektaşları Taberiye Gölü’nün kıyılarında Ohalo II olarak bilinen 23.000 yıllık bir alanı kazdılar. Bölgede altı adet çalı baraka vardı. Geçen yıl Dr. Nadel’in eş yazarı olduğu bir çalışma barakalardan birinde 150.000 tane, daha sonra ekin olarak kullanılacak badem, üzüm ve zeytin gibi çeşitli kömürleşmiş tohum ve meyve bulunduğunu gösterdi. Ohalo II’de bulunan bir taş bıçak tahılları toplamak için bir orak olarak kullanılmış gibi görünüyordu. Büyük yassı bir taş, tohumları öğütmek için kullanılıyordu. Açıkça görülüyor ki buranın sakinleri çiftçiliğin başladığı düşünülen zamandan çok önce yabani bitkileri yetiştiriyordu.
“Arkeolojik kayıtlarda gördüğümüz korunmuş çok az şeye dayanarak bu durumun ani bir değişim olduğu izlenimine kapıldık.” diyor Dr. Zeder. “Şimdi gerçekten kaynakların denendiği uzun bir süreç olduğunu anlıyoruz.”
Birçok bilim insanı insanların tarıma çevresel etkilerden doğan bir mecburiyetten geçtiklerini öne sürüyor. Belki Yakın Doğu’nun iklimi sertleşmiş, belki de avcı toplayıcı nüfusun ihtiyacı mevcut yabani yiyecek kaynaklarını aşmış olabilir.
Fakat “kaynakları denemek” insanların çaresiz kaldıkları zamanlarda yapacağı türden bir şey değildir. Dr. Zeder bunun yerine tarımın iklimsel değişimlerin Yakın Doğu’daki yabani bitki ve hayvan türlerinin çeşitliliğini değiştirmesiyle tarımın ortaya çıktığını savunuyor.
Birçok farklı topluluk fazladan yiyecek üretmenin yollarını denemeye başladı, bu da sonunda yeni bir yaşam biçimine, daha istikrarlı toplumsal gruplar halinde yerleşmeye başlamalarına olanak sağladı. 

DNA Atılımları

Genetik bilimciler uzun zamandır Ain Ghazal gibi yerlerde keşfedilen insan kalıntılarındaki DNA ile tarımın kökeniyle ilgili bu bulmacayı çözmeye yardımcı olup olamayacaklarını merak ediyordu.
Antik genetik materyaller iskeletlerde binlerce, bazen yüz binlerce yıl dayanabilir. Bilim insanları, eski insanların ve Neandertaller gibi soyu tükenmiş akrabaların bütün genomlarını dizileyebilmişlerdi.
Ancak Yakın Doğu’daki iskeletlerden DNA almak için gerçekleştirilen birkaç girişim sonuçsuz kaldı. Bölgenin şartları antik DNA’nın dayanabilmesi için uygun değil gibi görünüyor.
“Genetik olarak Yakın Doğu keşfedilmemiş bir bölgeydi.” diyor Harvard Tıp Fakültesi’nde bir genetik bilimci olan David Reich.
Ancak artık durum böyle değil. Yakın zamanda gerçekleşen iki çalışmada Dr. Reich’ın da aralarında bulunduğu genetik bilimciler ilk çiftçilerin kemiklerinden diğer insanlarla olan ilişkilerini tespit etmeye yetecek kadar DNA bulup çıkarmak üzere yeni yöntemler kullandılar.
Ain Ghazal’dan çıkarılan figürinlerden ikisi. F: P. Dorrell and S. Laidlaw/Ain Ghazal Arkeoloji Projesi
Dr. Reich ve University College Dublin’de bir arkeolog olan Ron Pinhasi ve Harvard’dan Dr. Lazaridis’in de aralarında bulunduğu meslektaşları Yakın Doğu’da bulunan 44 kalıntı grubundan genetik materyal çıkardılar. Materyaller İran’daki ilk çiftçiler ve Ain Ghazal gibi Güney Levant’ta bulunan bir diğer alandan çıkarılan kemiklerden çıkarılan DNA’ları içeriyor. Dr. Reich’ın ekibi bölgedeki avcı toplayıcılara ait çok daha eski, neredeyse 14.000 yıl öncesinden genetik materyal keşfetti.
Yeni sonuçlar yine aynı çıkarıma işaret ediyor: Her bölgedeki ilk çiftçiler daha eski avcı toplayıcıların soyundan geliyor. Dahası, her topluluğun on binlerce yıla dayanan kendine ait belirgin bir soyu var.
Her biri diğerinden genetik olarak Avrupalılarla Çinliler kadar farklı. Ve bu gruplar avcı toplayıcılardan gelişmiş çiftçilere dönüştükleri tarım devrimi boyunca farklı kaldılar. “Bu grupların birbirinden ne kadar farklı olduğunu görmek oldukça şaşırtıcıydı” diyor Dr. Lazaridis. “Olmuş olduğunu düşünebileceğiniz her şeyden daha uç bir durum.”
Dr. Reich ve diğerleri bulguların Bereketli Hilal çevresindeki insanların birbirlerinden bağımsız olarak çiftçi olduklarını gösterdiğini öne sürüyorlar. “Tarımı geliştiren, genişleyen ve diğer tüm toplulukları işgal eden bir Yakın Doğu topluluğu yok.” diyor Dr. Reich.

Bir başlangıç yeri mi yoksa birden fazlası mı?

Arkeologlar genetik bilimcilerden gelen yeni sonuçları memnuniyetle karşıladılar. Fakat şimdilik veriyi farklı yollarla yorumluyorlar.
Dr. Zeder antik DNA’nın Bereketli Hilal’deki çiftçilerin birbirlerinden bağımsız olarak, belki defalarca tarımı icat ettiği bir senaryoyu desteklediğini söylüyor. Fakat Harvard’da bir arkeolog olan Ofer Bar-Yosef gelişmiş tarımın yalnızca bir defa geliştirildiğini ve daha sonra hızla bir topluluktan diğerine yayıldığını öne sürüyor.
Bereketli Hilal’deki arkeolojik alanların kesin tarihlenmelerine dikkat çekiyor. Gelişmiş tarımın kanıtlarının bulunduğu en eski alanlar Güney Levant değil, Kuzey Suriye ve Güneydoğu Türkiye’de yer alıyor. Dr. Bar-Yosef tarımın burada başladığını düşünüyor.
Yosef, Bereketli Hilal’in diğer kısımlarındaki insanların tarımla ciddi olarak uğraşmadığını, ancak bilim insanlarının Neolitik paket olarak adlandırdığı, ekinler ve besi hayvanları kombinasyonu ve onları idare edecek teknolojiyle temasa geçtiklerinde bu uygulamaları kalıcı olarak edindiklerini iddia ediyor.
“Tarımla ilgili kanıtların bulunduğu alanların tarihlerinin haritasını çıkarın ve çekirdek alandan uzaklaştıkça daima daha geç bir tarih göreceksiniz.” Yeni genetik sonuçlar açıkça bu tarım teknolojisinin Bereketli Hilal’den yayıldığını, fakat bunu paylaşan toplulukların diğer topluluklarla birbirine karışmadığını gösteriyor.
Yeni araştırma ayrıca tarım Bereketli Hilal boyunca yayıldıktan sonra bile insanların binlerce yıl boyunca genetik olarak izole kaldıklarını gösteriyor.
“Eğer birbirleriyle konuşuyorlardıysa bile diğer topluluklarla evlenmiyorlardı.” diyor Gutenberg Üniversitesi’nden araştırmacılarla iş birliği yapan Londra Üniversite Akademisi’nde bir genetik bilimci olan Garret Hellenthal.
Fakat DNA araştırması ayrıca bu uzun süreli izolasyonun ani ve şaşırtıcı bir şekilde sonlandığını gösteriyor.
“Genetik olarak Yakın Doğu keşfedilmemiş bir bölgeydi.” diyor Harvard Tıp Fakültesi’nde bir genetik bilimci olan David Reich.
Ancak artık durum böyle değil. Yakın zamanda gerçekleşen iki çalışmada Dr. Reich’ın da aralarında bulunduğu genetik bilimciler ilk çiftçilerin kemiklerinden diğer insanlarla olan ilişkilerini tespit etmeye yetecek kadar DNA bulup çıkarmak üzere yeni yöntemler kullandılar.
Ohalo II’de bir depo barakasından çıkarılan meşe palamudu kalıntısı F:Bar Ilan Universitesi, Martin (Szusz)
Yaklaşık 8.000 yıl önce Bereketli Hilal halkları arasındaki bariyerler kalktı ve genler bütün bölge boyunca akmaya başladı. Yakın Doğu bir homojen insan karışımına dönüştü.
Neden? Dr. Reich büyüyen çiftçi toplumların ticaret ağlarıyla birbirlerine bağlanmaya başladıklarını düşünüyor. İnsanların bu güzergâhlar üzerinde ilerlediler ve diğer topluluklarla evlenmeye ve birlikte çocuk sahibi olmaya başladılar. Genler yalnızca Bereketli Hilal boyunca akmadı — ayrıca dışarıya doğru dalga dalga yayıldılar. Bilim insanları üç kıtadaki yaşayan insanlarda ilk çiftçilerden DNA tespit etti.
“Her yöne doğru bir genişleme var gibi görünüyor,” diyor Dr. Lazaridis.
Türkiye’deki ilk tarımcılar 8.000 yıl önce ülkenin batı kısımları boyunca ilerlediler, Boğaz’ı geçtiler ve Avrupa içlerine yol aldılar. Orada çiftçilerle karşılaşmadılar. O zaman Avrupa 30.000 yıldır avcı toplayıcı topluluklara ev sahipliği yapıyordu. Çiftçiler, onların alanlarının çoğunu zapt edip tarım arazisine dönüştürdü ve çoğu zaman onlarla birbirine karışmadı.
Avcı toplayıcılar yüzlerce yıl boyunca var olmayı sürdürdü fakat sonunda daha büyük olan tarım topluluklarına karıştı. Bugün Avrupalılar soylarının çoğunu bu iki gruba dayandırabilir.
Günümüz İran’ında bulunan ilk çiftçilerse doğuya yayıldı. Sonunda torunları kendilerini günümüz Hindistan’ında buldular. Bugün DNA’ları Hintlilerin genomlarının önemli bir kısmını oluşturuyor.
Peki Ain Ghazal halkı? Onların nüfusları ise Doğu Afrika’ya yayıldı ve beraberlerinde mahsüller ve hayvanlar götürdü. Doğu Afrikalılar Güney Levant’ın ilk çiftçilerin soylarını sürdürüyorlar — Somali’de insanların DNA’sının üçte biri buradan geliyor.
Dr. Reich Bereketli Hilal’den daha sistematik bir şekilde numune elde ederek ilk çiftçiler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyor. “Bu eşsiz ve özel numuneler kolaylıkla elde edilir şeyler değiller.”
Fakat Bereketli Hilal’in genetik haritasındaki en çok göze çarpan boşluklardan bazılarını doldurmak konusunda pek iyimser değil. Henüz kimse bilinen en eski tarım yerleşimlerinde yaşamış insanlardan DNA çıkarabilmiş değil. Ve yakın bir zamanda tekrar deneyebilecekler gibi görünmüyor; zira bunun için Suriye iç savaşının ortasına dalmaları gerekiyor.



NY Times. 17 Ekim 2016.

16 Aralık 2019 Pazartesi

Bu yıl Kurtların Senesi olacak anlaşılan

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü ve açık hava



Azerbaycan petrol şirket'i Soccar'ın bugün paylaştığı bir resim. TANAP'ın Ardahan'daki kompresör istasyonunda çekildi.
KURTLAR ULUYACAK BÜTÜN ANADOLU DA   DURUM ONU GÖSTERİYOR

5 Aralık 2019 Perşembe

( OSMANLI'DAN GÜNÜMÜZE KÖPEKLER )

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ağaç ve açık hava

( OSMANLI'DAN GÜNÜMÜZE KÖPEKLER )

Göreneklerimizde köpeğe, kedi kadar itibar edilmemiştir. Kedinin idrarı elbisede necis bile değilken, köpeğin yaladığı yer bile pis olur; hatta bazı alimlere göre biri topraklı suyla olmak üzere yedi defa yıkanması icab eder. Bu sebeple köpek Müslüman cemiyetinde ürkülen, uzak durulan bir hayvan olmuştur.
Tirmizi’de geçen bir hadis-i şerifte, “Hiç bir ev halkı yok ki, evde köpek bağlasın da her gün sevabından bir kırat eksilmesin. Ancak av, bekçi veya koyun köpekleri hariç” buyuruldu. Hatta insanlara zarar veren fare, akrep gibi hayvanlarla beraber saldırgan köpeğin de öldürülmesine izin verilmiştir.
Bir ara vahiy kesilmişti. Bunun sebebi sorulduğunda Cebrail aleyhisselam şöyle dedi: “Biz, suret ve köpek bulunan eve girmeyiz”. Sonra küçük yaştaki Hazret-i Hasan’ın oynadığı köpek yavrusunu eve getirdiği anlaşıldı.
Hakim’de geçen bir hadis-i şerif, kıyamet yaklaştığında, bir adama köpek yetiştirmenin, çocuk yetiştirmekten daha cazib geleceğini haber verir.
Herkes köpek sevecek diye bir kaide yok; ama köpek sevenlerle sevmeyenlerin bir arada, hele aynı evde yaşaması da kolay değil.
Deborah Rodriguez’in A Cup of Friendship kitabında şöyle bir cümle geçer: “Köpekler pis ve aptal olurlar. Sanki vermeye mecburmuşsunuz gibi sevginizi ve ilginizi talep ederler.” Zamanımızda köpeklerin değil ama, sahiplerinin, herkesten köpeklerini sevmesini, onlara katlanmasını egoistçe beklediği de bir hakikat.
Köpeklerden ürküntü duymak, onlara merhametli davranmaya aykırı değil elbette. Hazret-i Peygamber, eski ümmetlerden kötü namlı bir kadının, susuzluktan ölmek üzere kuyunun başında bekleyen bir köpeğe ayakkabısıyla su çıkarıp verdiği için affedildiğini söyler.
Sokak köpekleri, eskiden beri Osmanlı şehirlerinin mümtaz sakinleridir. İstanbul’u ziyaret eden hiçbir ecnebi seyyah veya yazar yoktur ki, sokak köpeklerinden bahsetmiş olmasın. Bunları, şehir sosyolojisinin bir parçası olarak görmüşlerdir.
1655’te İstanbul’u gezen Thevenot, halkın köpekleri koruduğunu; hatta bazı zenginlerin köpeklerin geçimi için vasiyette bulunduğunu yazar.
Adeta aralarında teşkilat kurup, sokakları paylaşmışlardır. Birbirlerini muhitlerine asla sokmazlar. Çoğu evin kapısı önünde oyuk bir taş vardır. Evlerde artan yemekler, sokak köpeklerinin yemesi için buraya dökülür. Köpekler, aynı zamanda çöpçü vazifesi görürlerdi. Köpekler, geceleri kendi mahallelerine giren yabancılara havlayarak zabıta işi yaparlardı.
Binlerce sokak köpeğine rağmen, şehirde kuduz hastalığına hiç rastlanmaması hayret vericidir. Yabancılar, yiyeceklerinin az oluşunun, sınırsız bir cinsi serbestlikle bir araya gelince, kuduza karşı muntazam gıda ve barınaktan daha tesirli bir antidot ortaya çıkardığı fikrindedir. Saray tabibi Mavroyeni Paşa, sokak köpeklerine dair bir kitap yazmış; orada da bu sebepler üzerinde durmuştur.
XIX. asırda İstanbul’da 40-50 bin kadar sokak köpeği olduğu zannedilmektedir. Modern şehirleşme ile beraber sokak köpeği meselesi ortaya çıktı.
Avrupa şehirlerinde böyle bir mesele kalmamış; köpek besleyenlere vergi getirilmişti. Hatta köpek sevgisiyle tanınan şair Lamartine, bu vergiye karşı çıkmıştı.
Sultan II. Mahmud, yeniçerilerden sonra şehri köpeklerden de temizlemeye teşebbüs etti. Sivriada’ya sürülmek üzere köpeklerle doldurulan tekne, fırtınaya yakalanmış, dalgalar tekneyi geldiği yere fırlatmıştı. Bunun ilahi bir ihtar olduğu düşünülerek vazgeçildi.
Sultan Abdulaziz zamanındaki teşebbüs başarılı oldu. Ancak bu sefer İstanbul’da çıkan peşpeşe yangınlar, bir intikam olarak görüldü; köpekler apar topar geri getirildi.
1889’da Alman İmparatoru İstanbul’a geleceği zaman, sokak köpeklerinin temizlenmesi konuşuldu. Ancak halkın protestosu üzerine vazgeçildi.
Meşrutiyet devrinde İstanbul şehremaneti (belediyesi), sari hastalık endişesiyle sokak köpeklerini bir bir toplattı. 1910’da Çingeneler tarafından tahta kıskaçlarla toplanıp, kafeslere yerleştirildi. Mavnalarla Sivriada’ya götürüp bıraktı. Köpeklerin uğultusu günlerce İstanbul halkını rahatsız etti, vicdanlarını parçaladı. Gelip gecen teknelerden adaya yiyecek atanlar oldu. Bir müddet sonra köpekler açlıktan öldü; sağ kalanlar ölü arkadaşlarını yediler. Köpek leşlerinin kokusu, semaları sardı.
Uyanık bir Fransız, bu köpeklerden kalan deri, kemik tozu, yağ ve gübre malzemesini toplayıp Marsilya’ya sattı.

5 10 dakika hayvanlarımı yalnız bıraktım başıma gelen bu beş on dakikada koyunumu öldürdü kurt çok kurnaz dikkat edin.














Osmanlı'da "mancacılık" diye bir meslek vardı.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava

Osmanlı'da "mancacılık" diye bir meslek vardı.

Manca; kedi, köpek yiyeceği demektir. Mancacı ise bu yiyecekleri satan kimsedir.

İsteyen mancacıdan yiyecek alıp sokak hayvanlarına verirdi.

Kimileri ise mancacıya para verip mancacı onların yerine hayvanları beslerdi.

4 Aralık 2019 Çarşamba

Kütahya 1800'ler. Türk Çobanların giydiği kepenekleri, üzerindeki Tamgalardan ve Beyaz Keçeden tanıyabilirsiniz.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, oturan insanlar

Kütahya 1800'ler.

Türk Çobanların giydiği kepenekleri, üzerindeki Tamgalardan ve Beyaz Keçeden tanıyabilirsiniz. Türklerin yaşam biçimleri ile de örtüşen ve binyıllardır süren bir gelenektir.
"Kepenek" adı "Kelebek" kelimesi ile bağlantılı görünüyor. Türkçe Kelebek kelimesi, Türkmenlerde Kebelek, Azerbeycan Türklerinde Kepenek, Kazaklarda Köbelek, Uygurlarda Köpinek, Özbeklerde Kapalak olarak söyleniyor. Muhtemelen Kelebeklerin "İki Kanatlı" biçimlerine benzediği için bu ad verilmiş.
Çoban Kepeneklerinin üzerinde, Türklerin en önemli ikonografilerinden biri olan "Daire ve Artı" simgesi çok kullanılır. Bu piktogram, Türk Runik harflerinden biridir tek başına "Tengri" olarak okunur. Sevgili Psikanalist C. Gustav Jung'a göre de, İnsanlığın en eski "Tanrı" simgesi bu ikonografidir.
Bu sembol, "Gök ve Yer" olarak da okunabilir. Türk kozmoloji düşüncesinde, Gök daire şeklinde ifade edilir ve "Eril" anlam yüklenir. Yer ise kare ya da artı şeklinde simgelenir ve Dişil olarak anlamlandırılır. İkili mantık ve düşünce sistemine göre Tanrı, tüm zıtlıkları kendinde toplar ve sonuçta bilinçaltından bu "Tengri" olarak okunan ikonografik sembol ortaya çıkar. Nuray Bilgili.