Neolitik uygarlık, yerleşik düzene elverişli ideal doğal koşullar sunan ve Bereketli Hilal olarak adlandırılan bölgede özgün karakter kazanmıştır. Bereketli Hilal’in Dicle ve Fırat’la hayat bulan Anadolu’daki parçası durumundaki Yukarı Dicle Vadisi, insan topluluklarına yerleşik düzen için sunduğu olanaklarla daha başlangıç aşamasında evrensel kültürel paydaşlıkta tartışılmaz bir yere sahip olmuştur. Uygarlık tarihinde devrim olarak tanımlanan bu gelişmelerin algılandığı söz konusu coğrafyadaki yerleşimlerden birisi de, bölgenin ve Anadolu’nun Akeramik Neolitik evresine yeni yaklaşımlar sunan Körtik Tepe’dir.
Körtik Tepe, Diyarbakır İli, Bismil İlçesi, Ağıl Köyü mezrası olan Pınarbaşı yakınlarında, Batman Çayı ile Dicle Nehri’nin yaklaşık birleştiği noktada yer alır. Höyükteki arkeolojik kazılar 2000 yılı itibarı ile başlatılmış olup çalışmalar halen devam etmektedir. Kazılan her alan ve ulaşılan her derinlikte kültürel katmanlar ve bu katmanların niteliğini ortaya koyan bulgulara yoğunluklu bir şekilde ulaşılması, höyüğün veri bakımından oldukça zengin ve kültür tarihi açısından önemini ortaya koymuştur. Yerleşimin karakterini belirleyen arkeolojik bulguların sağladığı veriler ve bunları destekleyen analizler, Yakındoğu coğrafyasında yerleşik düzene geçişin en erken yaşandığı bölgelerden birisinin, içinde Körtik Tepe’nin de bulunduğu Yukarı Dicle Vadisi olduğu gerçeğini ortaya koymuş, çağdaşlarına göre daha gelişkin bir kültürün geliştirildiğini de kanıtlamış durumdadır. Genel anlamda değerlendirildiğinde; besin kaynaklarının yönlendiriciliğinde sürekli göçer yaşayan toplulukların aksine, Körtik Tepe’de yerleşik düzene geçildiği; besin üretim teknolojilerinin geliştirildiği ve yoğun bir şeklide balıkçılık yapıldığı anlaşılmaktadır. Dokumacılığın da bilindiği bu gelişkin toplulukta besin depolama amaçlı mimari birimlerin yapılması da ayrı bir bilincin göstergesidir.
Devam eden kazılar sonucunda höyükte iki ana kültür evresi belirlenmiştir. Höyüğün her iki evresi de inanç değerleri ve bu doğrultudaki yapılanma ve özgün üretimlerle tanımlanabilmektedir. Birincisi, uzantıları günümüze kadar gelebilen Ortaçağ; diğeri ise, höyük genelinde tahribe uğramış olmakla beraber, yoğunluklu olarak mimari kalıntı, mezar ve ölü armağanlarıyla temsil edilen Akeramik Neolitik evredir. Bulgular, Körtik Tepe’nin Akeramik Neolitik dönemde yerleşildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Konut mimarisi, ölü gömme gelenekleri, taş ve kemik eserlerin stilistik incelemeleri de bu yönde sonuçlar vermektedir. Arkeolojik verilerden elde edilen bu sonuç aynı zamanda C14 analizleriyle de doğrulanabilmektedir. Analizler höyüğün M.Ö. 10. binde yerleşilmiş olduğunu kanıtlamaktadır.
Höyükten elde edilen bulgular ve bunların sağladığı bilimsel verilerden, söz konusu toplulukta belirgin dinsel inanış biçimlerinin geliştiği ve kurallaştığı algılanmaktadır. Daha çok günlük hayatta kullanılan eşyaların armağan olarak gömüldüğü mezarlarda taş kaplar, binlerce taş boncuk ve diğer aletlerden oluşan ölü armağanlarında nicelik ve nitelik açısından gözlemlenen farklılık, söz konusu bu en erken yerleşik toplulukta sosyal sınıfların ve statülerin varlığına kanıt oluşturmaktadır.
Küresel düzeyde yerleşik düzene geçişin en erken evresinde yer alan Körtik Tepe, diğer coğrafyalarda yaşamlarını beslenme ve barınma kaygısıyla ilkel bir şekilde göçer sürdüren toplulukların aksine, yerleşme ve barınma sorunlarını çözmüş; dinsel gelenekleri ve sosyal statüleri gelişmiş; sanatsal kaygıyla eserlerini üreten bir topluluğun ve ünik bir kültürün temsilciliğini yapmaktadır.
Yerleşim Mimarisi
Höyüğün Akeramik Neolitik kültürel dokusu, genel anlamda, bölge kapsamında bilinen çağdaş merkezlerle paralellikler göstermekle beraber, özellikle küçük bulguları açısından önemli farklılıklar yansıtır. Bütün veriler, Körtik Tepe’nin sürekli yerleşilen bir merkez olduğu konusunda birleşmektedir. Bu olgu, barınma sorununun nasıl çözümlendiğini gündeme getirir. Özellikle 2005-2009 yılları arasındaki kazı çalışmalarında elde edilen veriler, höyükteki mimari yapılanmanın boyutlarına önemli yaklaşımlar getirmiştir. Halen devam eden kazılarda en azından altı ayrı mimari katman saptanmıştır. Söz konusu katmanları karakterlendiren konutların tasarımları ortak özellikler içerir ki, tamamı yuvarlak planlıdır. Tek sıra halinde işlenmemiş taşlarla kuşatılmış toprak zeminli tabana sahip konutlar, bazı birimlerde belirgin yüksekliğe kadar korunmuş; çoğunluğunda ise, üst katmanlardaki yapılanmalar nedeniyle, dokusal bütünlük tahrip olmuştur. İlginç olan bir özellik ise, bazı konutların duvarlarında besin üretiminde kullanılan büyük boyutlu mortar ve öğütme bloklarının kullanılmasıdır. Çoğunluğunun tabanı, yoğun kullanım nedeniyle aşınarak delinmiştir. Dolayısıyla, işlevini yitirmiş bu mortarların konutların duvarlarında hangi amaçla kullanıldığı bilinmemekle beraber, höyükte besin üretiminin boyutunu göstermesi bakımından ayrı bir öneme sahiptirler. Bunu tamamlayan diğer kanıtlar ise, yine duvar inşasında kullanılmış öğütme taşları ve birçok konutta varlığına tanık olunan hayvan kemikleridir.
Körtik Tepe yapılarını üç ana grupta toplamak olasıdır. Birinci grubu, planları tam olarak kavranabilen ve toplam 77 tanesi ortaya çıkarılan yuvarlak planlı yapılar oluşturur. Bunların dışında, yeterince korunamamış çok sayıda kalıntının varlığı da söz konusudur. Çapları 2.30 – 3.00 m arasında değişkenlik gösteren bu yapılar, doğrudan toprak zemin üzerine inşa edilmişlerdir. Basit ve işlenmemiş taş sıralarından oluşan temelleriyle ortak özellikler içeren bu yapıların çukur tabanları sıkıştırılmış topraktan oluşur. Bütün konusunda kesin bir yargıya varamamakla beraber, genel bir değerlendirmeyle, Akeramik Neolitik evrenin en erken yerleşimlerini karakterlendiren ve doğrudan toprak zemin üzerine inşa edilmiş yuvarlak planlı; düz ya da çukur tabanlı, tek mekanlı bu konut tipine, içinde Körtik Tepe’nin de bulunduğu, Hallan Çemi, Göbekli Tepe, Tell Abr, Jefr el Ahmar, Şeyh Hasan, Mureybet, Qermez Dere ve Nemrik gibi Yakındoğu’nun Akeramik Neolitik merkezlerinde de tanık olunur.
Gömü Gelenekleri
Mezarlar, Körtik Tepe’nin toplumsal ve kültürel dokusunun tanımlanabilmesi açısından önemli görevler üstlenirler. 2000-2002 ve 2005-2009 yılları arasında Akeramik Neolitik Dönem’e ait toplam 433 adet insan iskeleti ortaya çıkarılmıştır. Ortaçağ iskeletlerin sayısı ise 188’dir. Akeramik Neolitik iskeletlerin 284’ü tam hoker, 52’si yarı hoker biçimde gömülmüştür. 97’sinin gömü biçimi ise, özellikle geç dönem tahribatı nedeniyle, tam olarak kavranamamaktadır. İki iskeletin ise sadece gövdesi korunmuştur. Bu durum, söz konusu iskeletlerin başsız gömüldüklerine işaret sayılabilir. Ancak sayısal azlıkları dikkate alındığında, tahrip olduklarını varsaymak daha akılcı bir yaklaşımdır. İskeletlerin büyük bir çoğunluğu ölü armağanları ile birlikte gömülmüştür. Bu açıdan değerlendirildiğinde, 281’i, tür ve sayı olarak değişen, ölü armağanlarına sahipken, 152 tanesi bundan yoksundur. Höyükte ortaya çıkarılan mezarların büyük bir bölümü konut tabanlarına yerleştirilmiştir. Intramural olarak tanımlanan konut içi gömme, dönem insanı tarafından yaşanılan mekanın bir anlamda kutsallaştırıldığını göstermektedir. Konuta yüklenen bu anlam, kurallaşmış gömü geleneklerinde de algılanmaktadır.
Ölüler gelişigüzel gömülmek yerine, gömü öncesi ve sonrası uygulamaların varlığında uyarıcı kanıtların desteğinde, ısrarla tekrarlanan gelenekselleşmiş kurallarla uğurlanmakta idiler. Belirgin uygulamalardan birisi de, tamamı olmasa bile, iskeletlerin ağırlıklı bir kısmının alçı/kireçle sıvanmasıdır. Sıvama işleminde iki ayrı yöntemin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Birincisinde; cesetler, mezara yatırıldıktan sonra, kırılarak bırakılan ölü armağanlarıyla birlikte sıvanmışlardır. Bu yöntemle sıvanmış iskeletlerin eklemlerinde önemli bir bozulma gerçekleşmediği gibi, kemikler arasında alçı kalıntılarına rastlanılmamaktadır. Ayrıca, alçı tabakasının doğrudan kemiklere temas etmemesi ve eklemlerin arasında sıva parçasına rastlanılmaması da bu gömü yöntemini doğrulamaktadır. Sıvalı iskeletlerin çoğunda, alçının kemiklere bütünüyle yapışarak onların biçimini alması ve eklemlerin arasını doldurması, ikinci bir sıvama yönteminin de kullanıldığını düşündürmektedir.
Yontmataş Buluntu Topluluğu
Körtik Tepe’nin yontmataş buluntu topluğu, ağırlıklı olarak, çakmaktaşı aletlerden oluşur. Bunu obsidyen malzeme izler. Ayrıca, az sayıda da olsa, kuvars hammadde ile karşılaşılmıştır. Dolayısıyla şimdiye değin yapılmış olan çalışmalarla Körtik Tepe’nin yontmataş buluntu topluluğu üç hammadde ile temsil ediliyor görünmektedir.
Tipolojik açıdan geniş bir yelpaze gösteren alet grupları arasında, çok az sayıda örnekle temsil edilmiş olsa bile, Çayönü aletlerinin varlığı dikkat çekicidir. Bununla beraber, klasik Levant ya da Zagros geleneğine uyan PPNA ve/veya PPNB tip herhangi bir ok ucu ile karşılaşılmamıştır. Ele geçen silah tipleri de genellikle Epi-paleolitik karakterli mikrolitler ve devrik sırtlı makro uçlardan ibarettir. Bu durum Hallan Çemi ile büyük benzerlik içermektedir. Genelde kesici ve sap çıkıntılı aletlerden oluşan yontmataş eserlerden başka, çoğunluğu çakmaktaşından şekillendirilmiş büyük boyutlu kazıyıcılar da sayısal çokluk açısından dikkat çekicidir. Daha formal aletlerin ise, obsidyenden üretildiği görülür. Körtik Tepe’deki obsidyenin varlığı, ister meta değişimi olsun, ister lokal grubun kendi çabalarıyla elde ettiği bir olgu olsun, söz konusu malzemenin uzaklardan taşınmış olarak Körtik Tepe’ye getirilmiş olduğunun bir göstergesidir.
Sürtmetaş Buluntu Topluluğu
Höyük buluntularının büyük bir çoğunluğu sürtmetaş eserlerden oluşur. Farklı kullanım amaçlarına hizmet eden söz konusu bulgular, yoğunluklu olarak mezarlarda ortaya çıkarılmıştır. Çok az sayıda örnek ise, mezarlardan bağımsız olarak konut tabanlarında saptanmıştır. Bütün olarak korunmuş ender örnekler dışında, büyük çoğunluğu kırılarak mezarlara ölü armağanı olarak konulmuş bulgular arasında, çok sayıda taş kap, farklı biçim ve boyutlara sahip işlevsel ve törensel baltalar, havanlar, ezme ve öğütme taşları, mortarlar, havanelleri ilk sırayı alır. Yine farklı taşlara işlenmiş takı grupları, bezemeli ve bezemesiz kemik eserler, figürlü taş objeler de dikkate değer çoğunluktadır. Bütün buluntu gruplarında, Körtik Tepe’de zengin bir kültürel birikimin varlığı algılanmaktadır. Söz konusu bulgular arasında, zengin biçimsel repertuarları, geometrik ve naturel bezemeleri ile taş kaplar önemli bir yer tutar.
Figürlü Taş Objeler
Yarım bir balta hariç, diğerleri klorit parçacıklarından oluşan söz konusu buluntu grubunun tamamı ölü armağanı olarak mezarlarda ortaya çıkarılmıştır. Yüzeylerine kabartma ve kazıma yöntemle işlenmiş figürler, dağ keçisi olduğu anlaşılan biri hariç, ana özellikleriyle birbirlerine benzemekle beraber, ayrıntılarda bazı farklılıklar içeren tanımsız yaratıklardan oluşurlar. Dağ keçisi figürü, taş kaplar üzerinde görülenlerle doğrudan benzerlikler yansıtır ki, farklı bulgular üzerinde dağ keçisinin ısrarlı tekrarı, ana beslenme kaynağı olması doğrultusunda, bu türe yüklenmiş anlam derinliğinin de başka bir ifadesi durumundadır. Birisinde sağa, diğerlerinde sol tarafa yönelik başları, akıcı bir kavisle verilmiş böceğe benzeyen kıvrık gövdeleri, sarkık verilmiş boynuz ya da duyargaya benzeyen uzuvlarıyla kabartma teknikte işlenmiş figürlerin diğer ayrıntıları, taş kaplarda olduğu gibi, kazıma yöntemle işlenmiştir. Diğer bir tanımlamayla, genelde baş, göz, çıkıntılı yüz yapısı, gövde hatlarıyla uyumlu verilmiş ayak benzeri uzuvları ve omuz kesimindeki içiçe daireden oluşan vurgusu ile söz konusu figürler, abartılı stilize işlenmiş olmaları nedeniyle, tür açısından belirsizlikler içermektedirler. Baş yapılarıyla daha çok köpek ya da keçiye benzeyen figürlerin gövde yapıları ve omuz kesimlerine işlenmiş iç içe daireler bu yöndeki tanımlamayı olanaksız kılmaktadır. Baş tarafında işlenmiş kıvrık uzantılar anten, gövde kesiminde yer alanlar kanat olarak değerlendirilecek olursa, söz konusu figürleri arı benzeri böcek olarak da tanımlamak da olasıdır. Genelde profilden işlenmiş bu figürlerin cepheden verilmiş diğer bir örneği, yine klorit parçası üzerine işlenmiştir. Kabartma işlenmiş figür, diğerlerinde olduğu gibi, sarkık verilmiş boynuz ya da duyargaları ve iki gözü ile benzer bir varlığı sembolize etmektedir.
Kemik Buluntu Grubu
Körtik Tepe’nin diğer bir buluntu grubunu kemik eserler oluşturmaktadır. Çoğunluğu ölü armağanı durumunda ortaya çıkarılmış olmakla birlikte, az sayıda da olsa, bazıları bağımsız ele geçmiştir. Ölü armağanı durumundaki insitu bulgular, işçilikleri ve diğer özellikleriyle daha niteliklidirler. Biçimsel özellikleri ve yüzeylerinde korunmuş bezemeleri esas alındığında, kemik eserleri dekoratif ve işlevsel olmak üzere iki gruba ayırmak olasıdır. İşlevsel aletler daha çok bız ve delgilerden ibarettir. Çoğunluğu parçalar halinde ele geçmekle birlikte, tanımlanabilir durumda olan bızlar, biçimsel açıdan, Çayönü ve Zawi Chemi örnekleri ile koşutluklar yansıtırlar. Kemik aletlerin diğer bir grubunu oluşturan delgiler, daha büyük boyutları ve küt uçları ile ayırt edilirler. Çeşitli amaçlar doğrultusunda kullanılmış küçük boyutlu kemik delicilerin de (iğne) yakın benzerlerine yine Çayönü’de tanık olunur.
Takılar
Höyüğün zengin kültürel birikiminin diğer bir göstergesi de, farklı malzemelerden üretilmiş çeşitli takı gruplarıdır. Bunların başında, dağınık halde ya da taş kapların içinde, iskeletlerle birlikte mezarlara ölü armağanı olarak konulmuş boncuklar gelir. Büyük çoğunluğu kolay işlenebilir bordo renkli taştan üretilmiş boncuklar silindirik biçimleriyle ortak özellikler sergilerler. Sayısal ağırlık bu türde olmak kaydıyla, ikinci grubu kuş, balık gibi bazı hayvanların omurga kemiklerinden ve kabuklu hayvanlardan elde edilmiş boncuklar oluşturur.
Tarihleme ve Sonuç
Başta Hallan Çemi olmak üzere, Yukarı Dicle Vadisi kapsamındaki çağdaşı yerleşimlerden elde edilen verilerle koşutluklar yansıtan yerleşim karakteri, konutlarda ve mezarlarda ölü armağanı olarak çıkarılan bulguların tanıklığı, faunal analizler ve diğer kanıtlar, Körtik Tepe’nin Akeramik Neolitik A dönemine aitliğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bu olgu, höyüğün M.Ö. 10. binin başlarında yerleşildiğini gösteren C14 analizleriyle de doğrulanabilmektedir. Dolayısıyla, Körtik Tepe, Anadolu’nun bilinen en eski yerleşimlerinden birisi durumundadır. Hallan Çemi ile paralellikler yansıtan Epi-paleolitik karakterli mikrolitler ve devrik sırtlı makro uçlar esas alındığında, Körtik Tepe’nin daha erken bir dönemde yerleşilmiş olabileceği konusunda uyarıcı ipuçları vardır.
Sonuç olarak, doğanın değişken koşulları karşısında, beslenme ve barınma kaygısıyla bir araya gelen insan topluluklarının yarattıkları Neolitik uygarlığın öyküsüne her aşamada tanıklık eden Bereketli Hilal’in Anadolu’yu ilgilendiren kesiminde yer alan Körtik Tepe, daha başlangıç evresinde, besin üretiminin zorlayıcı koşullarından bağımsız olarak yerleşik bir karakter sunar. Bulgular ışığında, yerleşiklerin yetkin kültürel birikimlerini ve inanç geleneklerini algılama olanağı elde edilmiştir ki, bütün bunlar Körtik Tepe’nin bölgedeki Çanak-Çömleksiz Neolitik merkezler arasındaki yerini ve önemini ortaya koymaktadır. Hallan Çemi, Demirköy, Göbekli Tepe ve Çayönü gibi bölgenin bilinen yerleşimleriyle olan ilişkileri, başta bezemeli ve bezemesiz işlenmiş taş kaplar olmak üzere, sürtmetaş ve yontmataş eselerinde kavranabilmekle beraber, figürlü taş objeler gibi bazı özel bulgularda baş gösteren farklılıkları, Körtik Tepe’nin daha gelişkin bir kültürün temsilcisi olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, Hallan Çemi ile birlikte Anadolu’da yerleşik düzene geçişin olasılıkla en erken evresinde yer alan Körtik Tepe, yerleşme ve barınma sorunlarını çözmüş, sosyal hiyerarşilerini oluşturmuş, dinsel inanış biçimlerinin yönlendiriciliğinde ölü gömme gibi bazı geleneksel uygulama biçimleri geliştirmiş ve özel üretim alanlarında estetik değerler yaratmış bir topluluğun ve ünik bir kültürün temsilciliğini yapmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder