15 Mart 2020 Pazar

Finlandiya’da Neolitik Döneme Ait Evcil Keçi Saptandı




               Keçiler çok çeşitli ortamlarda yaşayabilir. C: Creative Touch Imaging Ltd
 
Finlandiya’da Neolitik Döneme Ait Evcil Keçi Saptandı

Finlandiya’nın Kauhava kentinde bulunan bir mezar yapısında, Finlandiya’da bulunan en eski hayvan kılları olma özelliği taşıyan evcil keçi kılları keşfedildi.
Analiz edilen keçi tüyleri, 1930’larda Batı Finlandiya’nın Kauhava kentinde bir mezar yapısında bulundu. Bunlar Finlandiya’da bulunan en eski hayvan kılları. Bulgu, İp Baskılı Seramik kültürü (Corded ware kültürü) döneminde uygulanan hayvancılığın kanıtlarını desteklerken, aynı zamanda defin törenlerinin ayrıntılarını da ortaya koyuyor.
Bu, Finlandiya’da, Neolitik İp Baskılı Seramik kültürü dönemine (Finlandiya’da yaklaşık MÖ 2800 – 2300) tarihlenen ilk somut kanıt. 4.000 yıldan fazla bir süre önce yaşayan bu hayvan, bir arkeolojik toprak örneğinde bulunan fosilleşmiş saçlarıyla tanımlandı.
Araştırma bulguları İp Baskılı Seramik kültürünün defin uygulamalarını anlatıyor. İncelenen toprak örneği, 1930’larda Batı Finlandiya’nın Kauhava kentinde bulunan bir mezar yapısından geliyor. Mezar ve çevresi, bir hayvan derisinin boyutlarını andıran koyu renkli bir toprak tabakasıyla çevrilmişti. Söz konusu alandan toplanan örnekte tüyler bulunduğundan, mezara yerleştirilen keçi derisi ile ilişkili olduğu varsayılabilir.
Keşif, bir taramalı elektron mikroskobu ile çekilen görüntülere dayanıyor. Bu görüntülerde tespit edilen lifler, yapılarına göre tipik olarak keçi kılları olarak tanımlandı.
“Çalışmamızda, geçmişimizdeki ayrışmış haldeki organik materyalleri incelemek için mikroskoplar kullanılarak, geçmişimize dair tamamen yeni bilgiler edinilebileceği kanıtlandı. Artık onları nasıl bulacağımızı bildiğimiz için, diğer toprak örneklerinde de kıllar bulabildik.” diyor Tuija Kirkinen.
Bu yeni bulguların ışığında, evcil hayvanların ve bir çoban kimliğinin İp Baskılı Seramik kültürünün inanç sisteminin önemli bir bölümünü oluşturduğunu varsaymak mantıklı. Bu yorum, İp Baskılı Seramik mezarlarında bulunan sütlerin depolanması ve içilmesi için kullanılmış olabilecek evcil hayvan kemikleri ve çanak çömleklerden yapılan nesnelerle de destekleniyor.
Marja Ahola, “Avrupa’da başka yerlerde bulunan İp Baskılı Seramik mezarları genellikle daha iyi korunmuş olsa da, mezarın içine eşdeğer bir deri örneği bulunamamıştı. Bulgularımıza göre, mezardaki önemli bir evcil hayvan derisinin yerleştirilmesi, İp Baskılı Seramik kültürünün mezar ritüelleri ve inanç sistemi üzerinde, tamamen yeni kavramlar yaratıyor. ” diyerek detaylandırıyor.

Fosilleşmiş bir keçi kılının (solda), modern Fin Lustrace keçi kıllarına (sağda) kıyaslanması. Her iki görüntü bir taramalı elektron mikroskobu ile alındı. C: Krista Vajanto ve Tuija Kirkinen

Finlandiya’da bulunan en eski hayvan kılı

Bulgular, İp Baskılı Seramik kültürü döneminde uygulanan hayvancılığın kanıtlarını destekliyor. Fin arkeolojisi alanında, insanların bu dönemde de evcil hayvanları tuttukları uzun süredir kabul ediliyordu. Bu sonuç, dönem boyunca insanların sıklıkla hayvancılık için uygun olan çayır ortamlarında yaşadıkları gerçeğine dayanıyor.
Süt artıkları da İp Baskılı Seramik Kültürünün çanak çömleklerinde bulunmuştu. Asitli Fin toprağında, yanmamış kemik sadece yaklaşık 1.000 yıl korunduğu için, hayvancılığın uygulamasını kanıtlamak zordu. Bu nedenle Finlandiya, Taş Devri’nden korunan az miktarda kemik içeren bir malzemeye sahip. Burada bilinen en eski evcil hayvan kemikleri, örneğin, Taş Devri’nin daha sonraki bölümlerine kadar uzanıyor. (MÖ 2200-1950 )
“Kauhava’daki İp Baskılı Seramik kültürü mezarında bulunan tüyler, Finlandiya’da bulunan en eski hayvan kılları ve keçilerin ilk kanıtı. Bulgularımız, keçilerin, bu kadar erken dönemde, Finlandiya kadar kuzeyde bile olduğunu gösteriyor” diyor Krista Vajanto.

Çalışma, Helsinki Üniversitesi’nde arkeoloji disiplini ve Aalto Üniversitesi Nanomikroskopi Merkezi arasında işbirliği içinde yürütülüyor.

Science Daily. 23 Şubat 2018
Makale: Ahola, M., Kirkinen, T., Vajanto, K., & Ruokolainen, J. (2018). On the scent of an animal skin: new evidence on Corded Ware mortuary practices in Northern Europe. antiquity, 92(361), 118-131.



Evcil Keçiler Bereketli Hilal’den Kafkasya’ya 8000 Yıl Önce Yayılmış



goat2

                            Yabani bezuar keçisi. (F:zoochat.com)

Evcil Keçiler Bereketli Hilal’den Kafkasya’ya 8000 Yıl Önce Yayılmış

Neolitik evcil keçilerin DNA’sını inceleyen Japonya’daki Nagoya Üniversitesi araştırmacıları, keçilerin MÖ 6. binyılın başlarında Bereketli Hilal’den Güney Kafkasya’ya, nüfus hareketleri ya da ticaret yollarının kurulmasıyla getirildiğini ortaya çıkardı.
Evcil keçiler ilk olarak yaklaşık 10.000 yıl önce, Bereketli Hilal’in günümüzde İran ve Türkiye’nin bulunduğu kısımlarında, yabani bezuar keçilerinin (Capra aegagrus aegagrus) evcilleşmesiyle ortaya çıktı. Bu yabani keçi türü Orta Doğu’da geniş bir bölgeye yayılmış olduğu için, keçilerin sadece bir evcilleşme olayıyla mı yoksa birden fazla evcilleşme olayıyla mı evcilleştiği konusu hala net değil.

Tokyo ve Azerbaycan’dan üyeleri olan araştırma ekibi, keçilerin 7500 ila 8000 yıl önce Bereketli Hilal’den günümüz Azerbaycan’ın yer aldığı Güney Kafkasya’ya yerleştiğini ortaya çıkardı. Bu bulgu, bölgede, tarımla başlayan ani kültürel değişmeler yaşandığını gösteren arkeolojik kanıtlarla da uyuşuyor.
Araştırmacılar, antik organizmalar hakkında detaylı bilgi edinmek ve onları modern organizmalar ile karşılaştırılmak için DNA’ların izole edilebildiği bir genetik dizilim yöntemi kullandı. Bu yöntem, günümüz evcil hayvan ve bitki türlerinin ataları olan yabani türleri bulmada ve hayvan ile bitki evcilleştirilmesi çalışmalarında özellikle faydalı bir yöntem oluyor. Araştırma ekibi, keçilerin ilk nerede ve ne zaman evcilleştiği ve onların yabani ataları hakkındaki önceki bulgular ışığında, Orta Doğu boyunca nasıl yayıldıkları hakkında daha detaylı bilgi edinmek için de bu teknolojiyi kullandı.
International Journal of Osteoarchaeology (Uluslararası Osteoarkeoloji Dergisi) dergisinde yayınlanan çalışmada, Azerbaycan’daki ilk tarımsal yerleşimlerdeki kazılardan elde edilen ve radyokarbon tarihleme yöntemiyle 7500 ila 8000 yıllık olduğu ortaya çıkan keçi kemiklerinin DNA dizileri çıkarıldı. Sonrasında bu DNA dizilerini, aynı coğrafi bölgede günümüzde yaşayan yabani ve evcil keçilerin yanı sıra, diğer Neolitik keçilerin DNA  dizileriyle karşılaştırdılar.
goat1
DNA analizleri için kullanılan antik keçi kemiği (Göytepe’den) (F: Image courtesy of Nagoya University)
Çalışmanın yazarlarından Keiko Ohnishi “Yaptığımız mitokondriyal DNA analizi, Güney Kafkasya’daki modern ve Neolitik evcil keçilerin haplotiplerinin eşleştiğini gösterdi. Ancak eski ve yeni evcil keçilerin haplotipi, aynı bölgedeki yabani keçilerin haplotipleriyle eşleşmiyor. Bu da gösteriyor ki bu vahşi keçiler bölgedeki evcil keçilerin ataları değiller. Güney Kafkasya’daki evcil keçiler ve Bereketli Hilal’deki yabani keçiler arasındaki genetik eşleşme, Kafkasya’daki keçilerin bağımsız olarak burada evcilleşmesinden ziyade, önceden evcilleşmiş olarak buraya yerleştiğini düşündürüyor” diyor.
Azerbaycan’ın batısındaki 2 kazıdan elde edilen arkeolojik bulgularla genetik sonuçları birleştiren araştırma ekibi ayrıca, bölgede nispeten hızlı gerçekleşen bir sosyal değişim dönemi hakkında da bulgu elde etti.
Çalışmanın baş yazarı Seiji Kadowaki “Kemiklerin bulunduğu yerler Kafkasya’daki en eski tarımsal yerleşimler. Avcılık ve toplayıcılığın yapıldığı bu yerleşimlerde, tarımsal faaliyetlere ve kültürel ürünlere dair daha önceden görülmemiş izler de aniden ortaya çıkmaya başladı. Bu durum, evcilleşmiş keçilerin hemen hemen aynı zamanda Bereketli Hilal’den buraya gelmesiyle de uyuşuyor.  Bu da gösteriyor ki ya insanlar göç etti ya da Kafkasya’daki yerli avcı-toplayıcılar 7500 ila 8000 yıl önce Bereketli Hilal’den gelen tarımsal yaşam biçimini benimsediler.” diyor
Çalışma, diğer kültürel uygulamaların da eşlik ettiği, evcil hayvanların ve tarımın Orta Doğu boyunca yayılımı hakkında faydalı bilgiler sağlıyor. Çalışma ayrıca, insanların nüfus hareketlerinin ve yerel halkların daha önceden görmedikleri uygulamaları benimselemelerinin, evcil hayvanların yayılmasına olan katkısı hakkında yapılacak olan gelecek araştırmalar için de temel sağlayabilir.

Nagoya Üniversitesi

Makale: Kadowaki, S., Ohnishi, K., Arai, S., Guliyev, F., & Nishiaki, Y. (2016). Mitochondrial DNA Analysis of Ancient Domestic Goats in the Southern Caucasus: A Preliminary Result from Neolithic Settlements at Göytepe and Hacı Elamxanlı Tepe. International Journal of Osteoarchaeology.

Keçilerin Evcilleşmesi Binlerce Yıllık Karmaşık Bir Süreçte Gerçekleşti


Bir Zagros keçisi. C: Marjan Mashkour


Keçilerin Evcilleşmesi Binlerce Yıllık Karmaşık Bir Süreçte Gerçekleşti

Keçilerin ilk defa MÖ 8.500 yılında evcilleştirildiği Bereketli Hilal’den gelen kemikler üzerinde yapılan genom analizi, yabani ve evcil keçi sürüleri arasındaki gen akışına sebep olan 10.000 yıllık yerel çiftçi uygulamalarının tarihini açığa çıkarıyor.


İlk evcilleştirdiğimiz hayvanlardan birisi ve aynı zamanda et, süt ve post kaynağı olan keçiler, yaklaşık bir milyar nüfusa sahip. MÖ 8.500 yılından beri bizlerle beraber yaşıyorlar. Evcil keçilerin en eski kanıtına, ürün yetiştiriciliğinin ve hayvan gütmenin başladığı Güneybatı Asya’nın Bereketli Hilal bölgesinde rastlanıyor. Hayvan gütme uygulamasından önce yerel avcılar bezuvar olarak bilinen dağ keçilerini hedef alıyorlardı ve bu yerel uygulama en sonunda keçi yetiştiriciliğinin temeli haline geldi.
Fakat, modern genetik araştırmalarından geçmişi öğrenmeye çalışmak, yaşanan binlerce yıllık göç ve karışım yüzünden oldukça zor.
Trinity College Dublin’de popülasyon genetiği profesörü olan ve bu projeyi yöneten Dan Bradley, “Aynı insanlar gibi, günümüz keçilerinin de kökenleri atasal alttürle iç içe girmiş durumda. Bunu açığa çıkarmanın ve geçmişe güvenilir bir şekilde ulaşmanın tek yolu, moleküler düzeyde zaman yolculuğunun bir türü olan, doğrudan antik hayvanların genomlarını dizilemek.” diyor.
51 antik yabani ve evcil keçiden elde edilen 83 mitokondriyal ve tüm genom dizisini içeren genetik veriyi kullanarak, ilk evcilleştirmenin ilk modellerinin taslağı çıkarıldı ve Bereketli Hilal boyunca ve etrafındaki keçiler arasında şaşırtıcı derecede genetik farklılaşmanın bulunduğu gösterildi.
Trinity’de bir araştırmacı olan ve makalenin ortak baş yazarlarından Pierpaolo Maisano Delser, “Keçi evcilleştirilmesi tek bir süreçten ziyade yerel yabani popülasyonlardan sürekli bir katılımın yaşandığı mozaik bir süreçti. Bu süreç, zaman geçtikçe evrilen ve Asya, Avrupa ve Afrika’nın günümüzdeki farklı keçi popülasyonlarını karakterize eden fark edilebilir düzeyde bir genetik havuz oluşturdu” diyor.
Araştırma grubu, antik örnekleri kullanarak farklı geçmiş keçi popülasyonlarını analiz edebildi ve erken dönem evcilleştirmenin tarihini yeniden oluşturabildi.
Evcil hayvanlar insan toplumunu değiştirdi ve insanlar da çiftlik hayvanlarını yüzlerce farklı tip ve ırkta şekillendirdi. Bu çalışma ise bu süreç adına şu ana kadarki ilk genetik keşfi gerçekleştirdi. Modern ırklarda olduğu gibi antik çiftçiler de hayvanların dış görünüşleriyle ilgilenmiş gibi gözüküyor.
Trinity’de doktora öğrencisi ve makalenin baş yazarı olan Kevin Daly “Geçmişe ait tüm genom dizileri, bazı en eski keçi sürülerini doğrudan analiz etmemize olanak sağladı. Pigmentasyon genlerindeki seçilim sinyallerine dayanarak çobanların, hayvanlarının post renkleri ile ilgilendikleri veya değer biçtiklerine dair kanıt bulduk” dedi. Ayrıca, bu seçilimin birbirlerinden farklı fakat paralel olan desenlerinin farklı erken dönem sürülerinde görülmesi, tekrar eden bir fenomenin gerçekleştiğini öne sürüyor.
Bu erken dönem hayvanlarının, büyük ihtimalle yemlerde oluşan mantarlar gibi yeni toksinlere tolerans gösteren karaciğer enzimleri için ve aynı zamanda boyut ve doğurganlık gibi özellikler için de seçilime uğradıklarına dair belirtiler mevcut.

ScienceDaily. 5 Temmuz 2018.


Makale: Daly, K. G., Delser, P. M., Mullin, V. E., Scheu, A., Mattiangeli, V., Teasdale, M. D., … & Kehati, R. (2018). Ancient goat genomes reveal mosaic domestication in the Fertile Crescent. Science, 361(6397), 85-88.

12 Mart 2020 Perşembe

Picasso, St.Bernard'ıyla - 1931





Pablo Picasso Hayatı

Pablo Picasso, 25 Ekim 1881 yılında, Malaga’da, resim öğretmeni José Ruiz Blasco ile Maria Picasso’dan doğdu. Dünyaca ünlü olan soyadını annesinden aldı. Baba mesleğine duyduğu büyük ilgiyle küçük yaşta resme başladı.
1891’de La Coruna’da Güzel Sanatlar Okulu’na üstün bir başarıyla devam etti. Daha sonraları gittiği Madrit’te akademik çevrelerden yararlandı; kısa zamanda kendine özgü bir stil kazandı. Barcelona kabarelerinin insancıl ve öncü yaşamı gelişimine büyük katkıda bulundu.
Sanat başkenti Paris’e ilk gidişi, 1900 yılının Eylül ayına rastladı, kısa bir süre, ressam arkadaşı Nöftnel’in atölyesinde kalarak Madrit’e geri döndü. Soler’le birlikte «Arte Joven» dergisini yayınladı. Paris’e tekrar gidişinde, oradaki sanat çevresinin içine girmeyi başardı. Özellikle Coquiot ve Mark Jacop’la arkadaşlık kurdu, bir iki sene içinde, atölyesi, gelişen ve büyüyen sanatkarların buluşma merkezine dönüştü.
Bu huzurlu ortam içinde sanatı «mavi dönem» den «pembe dönem»e geçti. 1905 yılında Fernande Oliver’e bağlandı. Barcelona, Gosol ve Lerida’ya yaptığı yolculukla, eski İspanyol heykel sanatını keşfederek, büyük ilgi duydu. Aynı tarihlerde Matisse’le tanıştı. Onun öncülüğünde, ilkel Afrika sanatının çekiciliğine kapıldı. 1906’da Braque ve Derain’le tanıştı, birlikte bir kübizm öncesi çalışmasına giriştiler. 1909 yazını, Horta de San Juan’da geçirerek kübist peyzajlar çizdi, bunları Vollard’da sergiledi. Eserleri kısa sürede kübizm’in odak noktasını oluşturdu. Fernand Oliver’den ayrıldıktan sonra, birçok tablolarına da modellik eden Marcelle Humbert (Eva)le arkadaşlık etti. 1912-14 yıllarında, kübist tabloları Fransa ve dışında büyük ün kazandı. Münich, Berlin ve Köln’deki enternasyonal sergilerde önemli yer tuttu.
1914 Savaşı’na katılmayarak Paris’te kaldı, yalnız ve acı bir dönem geçirdi. 1915’te Eva’yı kaybetti. 1917’de Jean Cocteau’nun baskılı ısrarlarına dayanamayarak, Parade Balesi’nin dekorlarının yapmak üzere İtalya’ya gitti. Gezinin en önemli yanlarından biri; orada, 1918 yılının Temmuzunda evleneceği, balerin Olga Koklova’yı tanıması, diğeri ise klasik sanatın derin ve çarpıcı yönünü keşfetmesi oldu.
Picasso artık eylemim iki ayrı köprü üzerinde yürütmeye başladı: Gerçekçi bir tutumu yeğleyen «klasizm» ve mantıksal öğelere yönelen «kübizm». 1923 yılında uzun süredir terkettiği heykel çalışmalarına yeniden başladı. 1935’te, kendisine Maria adlı bir kız doğuran Marie – Therese Walter’e bağlandı. Olga Koklova’dan ondört yıl önce, Paul adlı bir oğlu olmuştu.
1936’da, İspanyol İç Savaşı’nın patlaması üzerine, cumhuriyetçilerin tarafını tutarak, Prado’nun Müdürlüğüne atandı. Bu eylemini Guernica adlı ünlü tablosunda, somut olarak belgeledi. 1945’ten sonra özellikle Paris’te yaşamaya başladı ve Dora Maar’la dostluk kurdu.
1946 – 1948 yılları arasında, gittiği Antibe’lerde, yaptığı kil ve seramik çalışmalarında, gerçek bir başarı kazandı. Yeni arkadaşı Françoise Gilot, ona 1947 yılında, Claude adlı bir erkek, 1949’da Paloma adlı bir kız çocuğu düyaya getirdi. 1948’de Vallauris’e yerleşerek altı sene orada kaldı, bu arada Gilot’dan ayrılarak Jacqueline Roque’la ilişki kurdu. Polonya, İtalya ve İngiltere’ye yolculuk yaptı. Tablolarının daima tükenmez bir gençlik hırsı ve heyecanıyla çizmeye devam etti.
Picasso kimi için bir bayrak, kimi içinse bir hedeftir; modem çağın gerçek sembolü, Pandora Vazosundan çağdaş sanatın tüm özlemlerini salıveren bir dahidir.
Picasso’nun en üstün yönü, sade fakat sonsuz özlemleri, hep duygu ve stilin doruğunda gerçekleştirebilmesidir. Yaşama tutkusu, duygusal gerilimi. Picasso’yla beraber, resim sanatına ilk defa, sadece «gerçek» ve onun tutkuları değil, gerçeği kapsamaya yarayacak mantıksal öğeler de girmiştir. Bu yüzden gerçekle, çizilen arasında, görünüş benzerliğinin, onun için, hiç önemi yoktur. «Neden»leri ve «izlenim»leri aramak için doğanın derinliğine yönelmesi gereksizdir. İçindeki duygusal atılımlar, izlenimlerini yorumlamaya yeterli olmaktadır. Picasso aramaz, bulur. Picasso görmez, düşünür.
Kullandığı renkler parlak, yüzeyler geniştir. Şekiller ağır kontürlerle sınırlanmış, fırça darbeleriyle «noktalama» stiline yönelen, gerilimli bir teknik uygulanmıştır. Giderek renkler tek ve yetkili bir maviye dönüşmüş, hüzünlü ve karanlık tonlarda, içli bir durgunluk yansımıştır. İnsancıl konularda, fakir, yaşlı çalgıcılar, körler, kimsesiz zavallı çiftler, ütücüler ortaya çıkmaktadır.
Picasso, yaşantısının son senelerine dek aynı gençlik gücüne, aynı tazeliğe, aynı arayış gerilimine ve aynı sıcak tutkuya sahip olabilmiş tek insandır.

5 Mart 2020 Perşembe

Çalışma İspanyol Mastiff


Fotoğraf açıklaması yok.

Çalışan Cane Corso Görev başında


Fotoğraf açıklaması yok.

Gerçek bir saf efsanevi Napoliten Mastiff

Fotoğraf açıklaması yok.

"Sahib 1 ° di Ponzano" ... gerçek bir saf efsanevi Napoliten Mastiff ... hipertip seçiminden önce, yetiştiriciler hatalarından önce .... 50-60 yıllarında gerçek İtalyan Mastiff böyle ortaya çıktı. 2000 yıllık bir tarihten sonra.


İspanyol Mastiff görev yaparken


Fotoğraf açıklaması yok.

 İspanyol Mastiff görev yaparken


Bu köpeklerin nereden nasıl geldiğini şimdi açıklamayayım kitaba kalsın

Geleneksel Cane Corso - 1977



Fotoğraf açıklaması yok.

Görev köpeğinin asıl işi güvenliktir hem can hemde mal.Ağıra bağlanmış köpek

Cane Corso - Napoli 1890


Kafkas 1950


İspanyol mastiff .... Dana boyunda



Yerli Kafkas atası - 1930




Çoban köpeği ve köpek çeşitliliğin çok fazla olduğu yerlerden biride Kafkas bölgesidir.Bana göre Kafkaslar Atlı göçebe diye adlandırdığımız halkların bir şehir devleti veya imparatorluğudur.Bozkırların bir Proto tipi kimi ararsan neyi ararsan Kafkaslar da bir temsilciliği şubesi var yani o derece çok renkli çok halklı bir yer .Buradan Kafkaslar dan aşağılara doğru bir çok göç  istila veya geçiş olmuştur tarih boyunca bu sayede bir çok ulus burayı kullanmıştır .Devamı artık biliyorsunuz Kitaba veya kitaplara diyelim


Amerika Kıtasına   geçmiş olan orada da var olan bir ırk ile orta Asya kökenli Sibirya kökenli ırklar hemen hemen tutuyor birbirini Amerikadakiler  biraz küçük kıllı saçlı .Yerlilerin Orjinal köpekleri gelen istilacılar tarafından yok edilmiştir.Zehirleyerek vurarak.Diğer Kıtalar dan köpekler getirmek ve onları parçalatmak sureti ile yok edilmiştir bunu da not düşelim

Gürcü çobanları 1950




3 Mart 2020 Salı

Yok olma tehlikesi içinde antik Yunan çoban köpeği









Yok olma tehlikesi içinde antik Yunan çoban köpeği




Ülkenin dağlık bölgelerinde çiftlik hayvanlarını korumak için yüzyıllardır yetiştirilen köpek olan Yunan Çoban şimdi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya, uzmanlar uyarıyor.

Diğer köpeklerle kontrolsüz melezleşmenin artmasıyla birlikte hayvancılıktaki düşüş, Yunan Çobanının ayırt edici özelliklerini değiştirdi. Şu anda Yunanistan'da 3.000'den az saf Yunan Çoban köpeğinin kaldığı tahmin edilmektedir.
Çok gelişmiş bir görev duygusu ve sürü hayvanlarına ve bölgelerine karşı güçlü bir koruyucu içgüdüye sahip cesur, kararlı ve sadık çalışan köpekler olarak kabul edilirler. Bununla birlikte, bu bağımsız köpeklerin tutarlı eğitim ve akıllı rehberliğe ihtiyacı vardır.



Çoban köpeklerini dünya genelinde özellikle takip ediyorum.Bunlar aslında tarihde ne olmuş ne bitmiş her şeyi  resmen fısıldıyor bende bu sesleri fısıltıları izleri takip ediyorum aslında.
Bu köpekler Antik yunan tarihinde çok meşhur bizde kangal akbaş ne ise onlarda da bu çoban köpekleri çok meşhur.Meşhur Antik yunan tarihcisinin köpekler üzerine yazdığı bir kitap var o dönemde hangi köpekler vardı bu köpeklerin adları cinsleri görevleri ne idi bu konular gibi güzel bilgi verici bir kitap.Türkcesi yok orjinalinide bulmak zor.Bende bir kaç adet döküman var bu konuları içeren kitaplar makaleler gibi.Bu tarz köpeklerin üzerine çok gidiyorum nereden kimden nasıl geçmiş diye.Balkan tarihini neolitik dönemden beri çok sıkı araştırıyorum.Çok erken dönemlerde zaten yerleşimi bile yok sonradan ortaya çıkıyor küçük kabileler Makedonlar yunanlar yavaş yavaş kabile birlikleri kuruyor .oradaki durum bu Çömleklerde vazolarda bu köpekler resmedilmiş.Söylelenler  ise o dönemin kayıtlarında bu köpeklerin  çok sert köpekler  olduğu sahibini canı pahasına koruduğu tipik çoban köpeği görev köpeği olayı bazı kayıtlarda başka bölgelerin köpekleri ile çok sık şekilde kıyaslanıyor ve bu köpeklerin daha üstün olduklarına vurgu ve övgüler yapılıyor.Devamı kitaba Bu arada Etrüsk ler hakkında da çok güzel bilgiler belgeler topladım.Sonuç da köpekler üzerinden halkları da araştırıyorum her yönü ile her detayı ile

                        
     Burada bir savaş betimlenmiş askerlerin Savaşcıların yanlarında köpekleri   de var

Çok güzel detaylar var Antik yunan tarihinde özellikle savaşlarda kullanılan köpekler .Burada şunu belirteyim roma gibi bir askeri birlik akıla gelmesin Tıpkı Türkler gibi Halk asker idi Savaş çıkınca erkekler evinden ayrılır varsa atı veya köpeği yanına alır ve savaş bölgesine gitmek için toplanılan bölgeye akın ederlerdi.Köylerden kasabalardan bölgelere oradan da savaşa usul bu şekilde idi antik dönemlerde.Devamı ....

2 Mart 2020 Pazartesi

YÖRÜK Faruk Sümer



Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Görsel: 1940'larda bir yörük kadını.




YÖRÜK

Faruk Sümer
Yörük kelimesi “yörü-mek” fiilinden -k ekiyle yapılmış bir ad olup “yürüyen” demektir; sözlükte “göçebe, göçer-ev, göçer” mânasına gelir. Yörük kelimesinin XIV. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmış ve yaygın biçimde kullanılmış olması mümkündür. XV. yüzyılın birinci yarısında yaşayan Yazıcıoğlu Ali Efendi, efsanevî Türk Hükümdarı Olcay Han’dan söz ederken onun için “sahrânişin ve göçküncü idi, yani yaban yurtlu ve yörüktü” der. Yine aynı müellif eserinin başka bir yerinde, “Ol memleketin sahraları ve bîşeleri (meşe, orman) İğdir’den yörük eviyle doldu” diyerek yörüğün hangi anlama geldiğini ve Yazıcıoğlu Kara Osman’ın oğullarına, “Olmasın ki oturak olasız ki beylik, Türkmenlik ve yörüklük edenler de kalır” öğüdünde bulunduğunun rivayet edildiğini bildirir. Burada adı geçen Kara Osman, sanıldığı gibi Osman Gazi olmayıp Akkoyunlu Beyliği’nin kurucusu Karayülük Osman Bey’dir. Âşıkpaşazâde, Şah İsmâil’in dedesi Şeyh Cüneyd-i Safevî’nin Antakya ve Halep yörelerinde yaşayan Türkmen oymakları arasında dolaşmasını “yörük’te yörürken” şeklinde ifade etmiştir. Osmanlı kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî’de, Oruç Bey Târih’inde ve Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân’larda yörük adı yine aynı anlamda kullanılmıştır. Meselâ Giese’nin yayımladığı Tevârîh-i Âl-i Osmân ile onu kaynak olarak kullanan eserlerde şöyle bir cümle yer alır: “Oğuz taifesi kim vardır itikadlı idi, göçmel yörüklerdi.” Karamanoğulları Tarihi müellifi Şikârî, Germiyan Hükümdarı Ali Şah’a (Şîr) Osman Gazi hakkında, “Aslı, cinsi yok bir yörük oğlu iken bey oldu” sözünü isnat ederek Osmanlı Devleti kurucusunu asil olmayan bir göçebenin oğlu şeklinde göstermek istemiştir.
Yörük kelimesi göçebe yaşayış tarzını gösterir biçimde kanunnâmelerde zikredilir. Fâtih Sultan Mehmed’in kanunnâmesinde şöyle bir madde vardır: “Koyunlu yerli ve yörük yayla ve kışla hakkın vermeye.” Diğer bir kanunnâmede, “Yörükler evvelden yörüyü geldikleri yerde yörüyeler.” Sancaklara ait kanunnâmelerde şu cümle çokça geçer: “Yerlide ve yörükte resm-i ganem iki koyuna bir akçedir.” Anlaşılacağı üzere “yerli” kelimesi yörükün karşıtı olup “yerleşik hayata geçen” mânasını taşır. Yörük, Rumeli ve Anadolu’nun batı ve orta bölgelerinden başka doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan topluluklarla Suriye ve Irak’ta bulunan Türk oymakları için de kullanılır (yörükân-ı Haleb, yörükân-ı Dulkadriyye gibi). Yeni İl kanunnâmesindeki, “Zikrolunan nevâhide Dulkadriye ve Halep Türkmenleri’nden ve gayriden bazı yörük taifesi hariçten gelip bazı kurâ ve mezâri arazisinde ziraat edip, geri göçüp konup yörüklüğünde olurken, çoğu bir miktar yer ziraat etmekle onların gibi üzerlerine defter-i sâbıkta resm-i caba ve bennâk kaydolunmuş yörük, yörük olduğu haysiyetten mademki yörüklükten feragat edip temekkün ihtiyar etmeye” şeklindeki kayıt bu konuda açıklayıcıdır. Yörük adı Kızılırmak’ın doğusunda ve güneydoğusunda kalan yörelerde bilinmez. Oralarda bu mânada aşiret ve göçer kelimeleri kullanılır. Son zamanlarda aşiret kelimesinin bilhassa Güney Anadolu’da hem çoğul hem tekil anlamda yörük adı yerine kullanıldığı görülür. “Evimize bir aşiret geldi”, “Evimize bir yörük geldi” demektir (bk. AŞİRET). Osmanlı tahrir kayıtlarında Anadolu, Suriye ve Irak’ta yaşayan bütün Türk toplulukları yörük adıyla nitelendirilirken Halep Türkmenleri, Dulkadır ulusu, Yeni İl ve Bozulus, varlıkları sona erinceye kadar resmî dilde daha çok kavim adları olan Türkmen adıyla anılmıştır. Hatta Orta Anadolu’ya ve batıya gelen oymaklar yerleştikten sonra da bugüne kadar Türkmen olarak anılagelmiştir. Bundan dolayı adı geçen topluluklarla XVII. yüzyıldan önce Çukurova’da yaşayan oymakları yörük adının dışında tutmak gerekir. Uluyörük, Atçekenler ve Karacakoyunlular dışında diğer yörük toplulukları Ankara yörükleri, Bolu yörükleri gibi yaşadıkları yörelerin adlarıyla anılır.
Sivas, Tokat, Amasya ve Kırşehir yörelerinde yaşayan büyük bir topluluğa Uluyörük denir. Bu topluluk Yüzdepâre, Ortapâre ve Şarkpâre diye üç kola ayrılır. Bu kümeleri teşkil eden oymaklar da bölük adını taşır. Bölüklerin hepsi XVI. yüzyılın başlarında kışlaklarında çiftçilik yapmaktaydı. Söz konusu teşkilâtın İlhanlılar devrinde kurulmuş olması muhtemeldir. Bölüklerden bazılarının Moğol menşeinden geldiği anlaşılır. Uluyörük’ü meydana getiren bölükler İlbeyli, Çepni, Ak Salur, Akkuzulu, Gerampa, Gökçeli, Şerefeddinli, Çungar (< ca’ungar = sol kol), Çavurcı, Ustacalı (Ustaclı), Dodurga, Turgutlu, Akçakoyunlu, Karakeçili, İnallı, Özlü, Alibeyli, Kuzugüllü, Karafakihli, Kırıklı, Bollu, Çaponlu, Tatlu ve Kulağuzlu’dur. Bunlardan Kırşehir yöresinde oturan Karakeçililer’in önemli bir kısmı Eskişehir yöresine göçerek orada yerleşmiştir. Bazı Karakeçili obaları da batıya gidip Balıkesir yöresinde yurt tutmuştur. Ünlü Karakeçili halılarını dokuyan Balıkesir yöresinde oturan bu obalardır. Yine bu bölüklerden Akçakoyunlular’dan bazı obalar da Balıkesir yöresine gelip yerleşmiştir. Uluyörük oymakları sonraları kışlaklarında tamamen yerleşik hayata geçmişlerdir. Atçeken oymakları ise Karaman ilinde bulunmaktaydı. Atçekenler eski zamanlardan beri soy atlar yetiştirdikleri ve devlete vergi olarak bu atlardan verdikleri için bu adla anılmışlardır. Atçekenler Akşehir, Koçhisar, Karaman ve Ereğli arasındaki geniş bozkırda yaşıyordu. Bu kesim Turgut, Eski İl ve Bayburt adlı üç idarî birime ayrılmıştı (bk. ATÇEKEN).
II. Bayezid devrinde altı yöreye ayrılan İçel’de de önemli yörük oymakları vardı: Bozdoğan (Silifke), Yıvalı-Yuvalı (Anamur), Oğuz Hanlı (Anamur), Bozkırlı (Taşlık Silifke), Hoca Yunuslu (Gülnar), Beydili (Gülnar), Şamlı (Taşlık Silifke). İçel, Osmanlı devrinde bitmez tükenmez bir insan kaynağı olmuştur. Buradan komşu yörelere her asırda göçler yapılmış, bu göçler çeşitli sebeplerle oralarda zayıf düşmüş Türk nüfusunu güçlendirmiştir. Kıbrıs’ın fethinden sonra İçel yöresinden zaman zaman bu adaya göçmen gönderilmiştir. Ankara yöresinin de hemen her tarafında yarı göçebe ve çoğu az nüfuslu oymaklar mevcuttu. Ankara sancağının Kasaba kazasında Yaylalı, Aziz Beyli, Karakeçili, Tosboğa, Beypazarı, Sivrihisar ve Sultanönü kazalarında Uluyörük’ten bir kol yaşamaktaydı. Bu kolun önemli bir kısmını Gençli oymağı meydana getiriyordu. Kütahya kesiminde özellikle bu sancağın Denizli yöresinde kalabalık bir yörük topluluğu yaşıyordu. Bu topluluğu meydana getiren oymaklar şunlardır: Kayı, Akkoyunlu, Bozguş, Kılcan, Akkeçili, Kaşıkçı, Toylu Müsellemanı, Avşar, Alayuntlu. Bu oymaklardan Akkoyunlu’nun (Afyon) Karahisar’da büyük bir kolu görülmektedir. Yine Karahisar yöresinde nüfusu çok Karakoyunlu adlı bir oymak vardır. Bu oymaklarla Akkoyunlu ve Karakoyunlu elleri arasında kabilevî bir münasebetin mevcudiyetine dair bir karîne yoktur. Menteşe (Muğla vilâyeti) sancağında yarı göçebe bazı oymaklar bulunuyordu. Bunlardan bazıları şunlardır: Kayı, Horzum (Orta Asya’daki Hârizm’den), Kızılca Yalınc (?), İskender Bey, Kızılkeçili, Oturak Barza, Göçer Barza ve Güne Barza. Kızılkeçililer ile Horzumlar’dan önemli kollar XIX. yüzyılda kuzeye doğru göç etmişlerdi. Kızılkeçililer bugün Balıkesir ve Bursa vilâyetlerinde birçok köyde meskûndur. Horzumlular’a gelince onların da Aydın, Manisa (Alaşehir de dört köyde), Bursa ve Afyonkarahisar (Dinar) vilâyetlerine bağlı köylerde yaşadıkları tesbit edilebilmektedir. Bunlardan bazı obalar XIX. yüzyılda Çukurova’ya göç etmiştir. Aydın bölgesinde de XV ve XVI. yüzyıllarda Karacakoyunlu adlı bir yörük topluluğunun yaşadığı dikkati çeker. Bu topluluk çok küçük oymaklardan meydana geliyordu. İçinde Tarucular (Darıcılar), Elliciler, Çullular gibi bazı büyük oymaklar da vardı. XV ve XVI. yüzyıllarda pek çoğu yarı göçebe bir durumda olan yörüklerin önemli bir kısmı zamanla yerleşik hayata geçmiştir. Henüz yerleşemeyenler XIX. yüzyılda Çukurova, İçel, Teke (Antalya), Aydın, Saruhan ve Karesi yörelerinde toplanmışlardı.
Çukurova’da yaşayan yörüklerin başında Bozdoğan boyu ile Melemenci (Menemenci), Karahacılı, Kürkçülü, Tekeli, Alâddinli (Alâeddinli), Keşşaflı ve Yolalıroğlu adlı obaları en başta saymak gerekir. Bunlar İçel’den gelmişlerdi. Bozdoğan ve obaları aynı zamanda en kalabalık ve en varlıklı oymaklar arasında yer almıştı. XVII ve XVIII. yüzyıllarla XIX. yüzyılın ilk yarısında Orta Anadolu’dan çok sayıda yörük ve Türkmen oymağı Batı Anadolu’ya göç ederek orada yurt tutmuştur. Yine aynı asırda Aydın yöresinde yaşayan birçok oymak da Teke ve İçel sancağı yoluyla Çukurova’ya göç etmiştir. Çukurova’da Aydınlı denilen bu oymaklar şunlardır: Honamlı, Sarıkeçili, Tellibolacalı, Haytalı, Harmandalı, Bahşiş, Karakeçili, Horzum, Karakoyunlu. Bunlardan bazılarının Antalya, Aydın ve başka yörelerde kolları vardır. Teke yöresindeki en tanınmış oymaklar ise Hayta (Beyşehir yöresindeki Anamus dağlarında yaşarlar) on iki obadan meydana gelmiştir. Büyük bir oymak olan Haytalar’ın bir kolu Aydın yöresinde, diğer bir kolu Çukurova’dadır. Hayta, XVIII. yüzyıl ile XIX. yüzyılın ilk yarısında paşaların hizmetinde bulunan bir tür askerî birliğin adıdır. Birliğin kumandanına Haytabaşı deniliyordu. Honamlı (dokuz obası vardır), Farsak-Varsak (oymağın ana kolu Kozan Kadirli yöresindedir; bir kol da Aydın yöresinde yaşamaktadır; Antalya’daki Farsaklar üç obadan teşekkül etmişti), Karakoyunlu (yedi obası vardır; bu oymağın bir kolu İçel’de yaşamaktadır), Eskiyörük (yedi obası vardır), Yeni Osmanlı (yedi obası vardır), Saraçlı/Sıraçlı (dokuz obası olup Akseki yöresindeki Göktepe yaylasında yayılır) ve Sarıkeçili (Anamus dağlarında yaşamaktaydı; dört obası vardır, başka yerlerde de kolları görülmüştür). XIX. yüzyılın ikinci yarısında Aydın, Saruhan ve Karesi’de yaşayan yörük oymaklarından en önemlileri şunlardır: Karatekeli (İzmir yakınlarında, Karesi, Aydın ve Saruhan yörelerinde), Hayta (Aydın yöresinde büyük bir oymaktır), Saçıkaralı, Karaçakal, Bulacalı (Aydın yöresinde), Kaçar (Aydın, Söke), Horzum, Gökmûsâlı (Saruhan), Kızılkeçili, Sarıtekeli (Nazilli-Denizli arasında), Burhanlı (Karesi sancağında birçok köyde yerleşmiştir), Eskiyörük, Harmandalı, Kocabeyli (Aydın ve Bursa sancaklarında), Kılaz (Karesi sancağının birçok köyünde), Kubaş (büyük bir oymak olup Karesi’de yerleşik hayata geçmiştir), Yağcıbedir (Karesi sancağının Sındırgı, Kepsut, Bigadiç, Ayazment kazalarına bağlı köylerde yerleşmiştir).
Anadolu’da bulunan yörükler, XV ve XVI. yüzyıllara ait tahrir defterlerine göre yarı göçebe bir hayat tarzı içindeydiler. Bu yörükler umumiyetle kışlaklarında çiftçilik yapmakta ve yaylaklarında hayvanlarını otlatmaktaydı. Yörüklerden toprağı olmayan oymaklar bu yüzyıllarda çoğunlukta değildi. Çiftçilik yapmayan yörüklerin önemli bir kısmı Toros dağlarında yaylaya çıkardı. Bunlar kışın deniz kıyısına veya denize yakın yerlere inerek çadırlarda yahut taştan yapılmış evlerde kışı geçirirlerdi. Bu yörükler daha çok keçi yetiştirirdi; davarlarından elde ettikleri yağ, peynir kıl ve gönü satarlardı. Yün dokumacılığı yaygındı. Yağcıbedir, Karakeçili, Yuntdağı yörüklerinin dokudukları halılar bugün de kıymetli halılar arasında yer alır. Alanya (Alâiye) yörüklerinin iktisadî hayatı hayvancılıktan çok ticarete dayanıyordu. Bu yörükler develeriyle Koçhisar gölüne gidip tuz satın alıyorlardı.
Türk oymaklarının devlet karşısındaki durumuna gelince, devlet onlara zengin gelir getiren reâyâya mensup topluluklar gözüyle bakıyordu. Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda oymaklara mensup gençlerden askerî birlikler teşkil ederek hizmetinde kullanmaya ihtiyaç duymamıştır. Bu ihtiyacı XVII. yüzyılın sonlarındaki savaşlarda ortaya çıkmıştı; bunlar Avusturya ve müttefikleriyle yapılan savaşta istihdam edilmişlerdi. Aslında Osmanlılar, kendi hâkimiyetleri öncesinde dirlik sahibi olan oymak mensuplarını yerlerinde bırakmışlardı. Timar, zeâmet ve bazan has tasarruf eden bu kişilerin çoğu eski boy beylerinin, yüksek hânedan ve ailelerin çocuklarıydı. Oymaklar malî bakımdan önemli bir ünite teşkil ettiklerinden bunların bulunduğu yerlerde kadılıklar ve sancaklar kurularak idarî ve malî bir teşkilât meydana getirilmişti. Aydın yöresindeki Karacakoyunlu topluluğu ile Ankara yörükleri idarî bakımdan kaza statüsündeydi.
Halep Türkmenleri XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Halep eyaletinin sancakları arasında yer almıştır. Sivas’ın güneyinde şimdiki Kangal ilçesinde oluşturulan Yeni İl önce eminler, ardından voyvodalar tarafından yönetilmiştir. Oymak topluluklarının voyvodalarına Türkmen ağası da deniliyordu. Diyarbekir bölgesindeki Bozulus’a Kanûnî Sultan Süleyman devrinde idarî bir şekil verilmemişti. Bu ulus, XVII. yüzyılın başlarında dağılarak Batı yörelerine geldiğinde oralarda idarî ve malî teşkilâtın içine alınmıştı. Oymakların hem idarî teşkilât içine alınması, hem de bunun dışında bırakılanlarının padişaha ve aile mensuplarına ait haslara bağlanması bu anlamda önemlidir. Aydın yöresindeki Karacakoyunlu topluluğu ile Menteşe, Kütahya, Hamîd ve Teke sancaklarında yaşayan yörükler padişahların “has raiyetleri” idi. Atçeken topluluğu II. Selim’e kadar şehzadelerin hassı idi. Yalnız Ankara yörüklerinin vergileri Ankara sancak beyine aitti. Halep Türkmenleri vâlide sultanların paşmaklık hassını teşkil ediyordu. Yeni İl’in geliri ise ilk önce Kanûnî Sultan Süleyman’ın annesinin, daha sonra da III. Murad’ın annesi Nurbânû Sultan’ın Üsküdar’da yaptırdıkları hayrata vakfedilmiştir.
Oymaklardan alınan vergiler onların iktisadî faaliyetlerinin tarzına ve derecesine göre değişik bir görünüm arzeder. Bununla beraber hepsinde ortak olan bazı vergiler vardır. Bunlar âdet-i ağnâm, resm-i arûsâne, bâd-ı hevâ ve resm-i yavadır. Âdet-i ağnâm (koyun vergisi) iki koyuna 1 akçedir. Gerdek akçesi de denilen resm-i arûsâne evlenen kızdan veya kadından alınmaktaydı. XVI ve XVII. yüzyıllarda kızdan 60, kadından 30, bazan 40 akçe tahsil ediliyordu. Bu umumi vergilerden başka oymakların kendi ekonomik faaliyetleriyle geleneklere bağlı bazı özel vergiler de vardı. Oymaklar arasındaki vergi mükellefleri yerleşik reâyâda olduğu gibi mücerret ve hâne diye ikiye ayrılır. Mücerret bekâr olup baba ocağında oturan, kazanca sahip mükellefe denilmektedir. Hâne ile de toprağı veya davarı olan aile reisleri kastedilirdi. Birçok yörük topluluğunda imam ve müezzin gibi din görevlilerinden başka müderris ve fakihler de görülmektedir. Bunlar vergiden muaftı; çok yaşlılar (pîr-i fânî), gözleri görmeyenler, sağırlar ve akıl hastalarından da vergi alınmazdı.
Anadolu dışında Rumeli kesiminde de yörükler özellikle yerleşme tarihi açısından önemli rol oynamıştır. Osmanlılar sürgün olarak Rumeli’ye gruplar halinde yörük yerleştirmiştir. Bu sürgünlerle ilgili sadece bir iki olay vekāyi‘nâmelere aksetmiştir. Yıldırım Bayezid, Saruhan’daki yörükleri tuz yasağına riayet etmedikleri bahanesiyle Filibe yöresine göçürmüştü. Saruhanlı denilen bu topluluğun başında Paşa Yiğit Bey bulunuyordu. Paşa Yiğit daha sonra Yıldırım Bayezid’in en tanınmış kumandanları arasında yer almıştır. Yine aynı hükümdar zamanında Timur istilâsı üzerine Anadolu’dan Rumeli’ye pek çok insan gitmiştir. Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân’da bundan dolayı Rumeli’nin şenlendiği belirtilir ve, “Eğer soruverecek olurlarsa Rumeli’nin aslı Anadolu’dandır” denilir. Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Sultan Mehmed yine Filibe dolaylarına İskilip yöresinde yaşayan Moğol kalıntısı Tatarlar’ı göçürmüştü. Çelebi Mehmed’den önce Emîr Süleyman veya Mûsâ Çelebi’nin yahut babaları Yıldırım Bayezid’in Tatarlar’dan başka bir zümreyi Rumeli’ye geçirmiş olduğu tesbit edilebilir. II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed döneminde Rumeli’ye sürgün gönderildiğine dair vekāyi‘nâmelerde bilgi yoktur. Yalnız II. Bayezid’in tehlikeli bir isyan çıkaran Safevî taraftarı Tekeliler’den (Antalya yöresi köylüleri) İran’a gitmeyip ele geçenleri Mora yarımadasına sürdürdüğü bilinmektedir. Tahrir defterlerinde birçok yörük oymağının Rumeli’ye yollandığına dair bilgilere rastlanır.
Osmanlı Devleti, Rumeli’ye sürdüğü yörük topluluklarını yardımcı askerî birlikler halinde teşkilâtlandırmıştır. Fâtih Kanunnâmesi’nde “Kānûn-ı Yörükân” bahsinde bu teşkilât hakkında bilgi verilmiştir. Bu bilgilere göre yörük kollarının her birine mensup yirmi dört neferden biri eşkinci, üçü çatal, yirmisi yamak sayılmıştır. Eşkinci sefere giden demektir. Eşkinci cebelü olup sefere katıldığında gönderi (kargı), kılıcı, yayı ve kalkanı yanında bulunacaktır. On eşkincinin sefer esnasında bir orta beygirleri ve bir çadırları vardır. Üç kişi olan çatalların görevi kesin biçimde tesbit edilememektedir. Çatal, eşkincinin yardımcılarını veya yedek kadrolarını ifade etmiş olabilir. Yamaklar ise eşkinciye para verip onun sefere gitmesini sağlamaktaydı. XVI. yüzyılda bunlardan her biri sefere gidecek eşkinciye 50 akçe vermekle mükellefti. Yamaklara bundan dolayı “ellici” de denilirdi; ancak sefer dışında bu para verilmiyordu. Yamaklar da bu parayı ektikleri ürünü veya yetiştirdikleri hayvanları satarak temin ediyorlardı. XVII. yüzyılın başlarında bu takım otuz kişiden oluşmuş ve ocak adıyla anılmıştır. Otuz kişilik bir ocakta beş eşkinci vardı, kalan yirmi beş kişi de yamaktı. Bir yörük birliğinde birçok ocak mevcuttu. Yine Fâtih Kanunnâmesi’nde eşkinci, çatal ve yamakların mîrî için arpa ve saman nakli ile hisar yapmaktan ve diğer avârız hizmetlerinden muaf tutuldukları yazıldığı gibi eşkincinin eşkin ettiği (sefere gittiği) yılda sâlârlık (üründen alınan hisse) vergisini vermeyeceği de kaydedilmiştir. Ayn Ali Efendi eşkincilerin seferlere gittikleri yıllarda âdet-i ağnâmı da vermediklerini belirtir. Yörük birliklerinin başında subaşıları bulunuyordu. Subaşıların vazifesi birliğin varlığını, teşkilâtını, korumasını sağlamak ve görev yerine iletmektir. Eğer hizmete tayin edilenlerden gelmeyen olursa subaşılar onları merkeze bildirirlerdi. Vazifelerinde kusuru görülen subaşılar cezalandırılırdı. Subaşı dışında idareci olarak çeribaşılarına rastlanır. Bunların sayısı her birlikte farklıydı.
Yörük birliklerinin vazifelerine gelince bunlar gemiler için ormandan ağaç kesmek, hisarların tamirinde bulunmak, top arabalarını çekecek mandaları sürmek, top güllelerinin yapımında ve taşınmasında hizmet etmek için demir madenlerine gitmek, köprü tamir etmek gibi işlere memur ediliyorlardı. Buna göre yörükler tamamen yardımcı askerî birlikler konumundaydı. Bunlar su yolu ile cami tamiri gibi askerlik dışı işlere de gönderiliyorlardı. Sefere gitmedikleri yılda bedel akçesi adıyla her ocaktan 600 akçe alınır, toplanan bedel akçesi hazineye yatırılırdı. Sefere “eşen” her eşkinci altı aylık azığını yanında taşımak mecburiyetindeydi. Bu birliklerin Astarhan (1569) ve Kıbrıs (978/1570) gibi uzak yerlere yapılan seferlere katılıp bazı istihkâm işleriyle görevlendirildiklerine dair kayıtlar vardır. Hizmetler bazan onlara ağır geldiği için istenilen yere gitmedikleri de vâkidir. Hizmete gitmeme karşılığında devlete para teklif ediyorlar veya celeplik yaparak yahut celep olduklarını ileri sürerek memur edildikleri işlerden kurtulmaya çalışıyorlardı. Emirleri dinlememekte ısrar edenler yakalanıp küreğe konulmak üzere İstanbul’a gönderiliyordu.
Rumeli yörüklerinin yedi yardımcı askerî birliği şunlardır: Kocacık, Naldöken, Ofcabolu, Selânik, Tanrıdağı, Vize, Yanbolu. Kocacık yörükleri güneyde Edirne’den başlayıp Kırklareli, Yanbolu, İslimye, Burgaz, Şumnu, Osmanpazarı, Varna, Silistre, Köstence yörelerindeki köylerde oturmaktaydı. Topluluğun adının nereden geldiği bilinmemektedir. 1543’te 132, 1584’te 179 ocak bulunduğu, bu sayıların 1609’da 168’e, 1642’de on sekiz ocağa düştüğü görülür. Bu birliğin Kıbrıs seferine (1570) katılmaya memur edildiğine, ardından Rudnik demir madeninde top güllesi imaliyle görevlendirildiğine (1572), fakat onların bu görevi yerine getirmekten kaçındıklarına dair bilgiler vardır. Kocacık yörükleri 984’te (1576) Bender ve Akkirman kalelerinin tamirine de gönderilmiştir. Naldöken yörüklerinin yurtları Bulgaristan’da olup bu ülkenin Tatarpazarı, Kızılağaç, Filibe, Yanbolu, Ahyolu, Şumnu, Çirmen, Varna, Aydos, Niğbolu, Hasköy, Kızanlık, Yenice-i Zağra ve Eskihisar Zağra yörelerinde oturmaktaydılar. 1543’te 196 ocak, 1603’te 243 ocak halinde teşkilâtlanmışlardı; toplam sayıları bu tarihte 6500 dolayındaydı. Bütün Naldöken yörüklerinin 1603’te 50.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Fakat 1609’da Naldöken birliği 243 ocaktan 112 ocağa düşmüştür. Bu husus muhtemelen, uzun süren Avusturya savaşı ile Anadolu’da çıkan isyanların yol açtığı olumsuz etkilerle ilgilidir. Ofcabolu yörükleri Üsküp’le İştip arasındaki yörenin adından dolayı bu şekilde anılmışlardır. Bu bölgeye Mustafa ovası adının verildiği görülür. Ofcabolu yörükleri 1560’ta seksen sekiz ocaktı. Bu ocakların otuz biri İştip, yirmi beşi Pirlepe, on sekizi Üsküp, on dördü Ostrova yörelerinde bulunmaktaydı. Diğer ocaklar birer ikişer Yanbolu, Tatarpazarı, Tırnova, İhtiman, Filibe ve Silistre’ye dağılmış durumdaydı. Ofcabolu yörükleri birliklerin nüfusça en azı olup yine 1560’ta hizmettekilerin sayısı 2705’tir. 1565’te, Sigetvar seferi arefesinde diğer birliklerin ocak sayıları bildirildiği halde bunların hakkında bir bilgi bulunmaz. Sefer arefesinde Ofcabolu yörükleri Selânik yörükleri gibi su sığırı sevkiyle görevlendirilmiştir. 1573’te Dukakın sancağındaki demir madeninde top güllesi dökmeye memur edilmişlerdi. Ayn Ali Efendi de Ofcabolu yörüklerinin seksen sekiz ocaktan ibaret olduğunu yazmıştır.
Selânik yörükleri Rumeli kesimindeki grupların en büyüğüdür. Bu yörüklerin kalabalık kısmı Makedonya ile Tesalya’da yaşamakta, az sayıdaki Selânik yörüğü de Bulgaristan ve Dobruca’da bulunmaktadır. 1543’te bu birlik 500 ocaktı. Bunlardan 117’si Yenişehir’de, altmışı Çatalca’da, kırk yedisi Avrathisarı’nda, otuz altısı Florina’da, otuz beşi Kalemeriye’de, otuz üçü Serfice’de, yirmi sekizi Ustrumca’da, yirmi altısı Silistre’de, geri kalanları da başka yerlerde oturmaktaydı. 1560’ta Selânik yörükleri 552 ocağa sahipti. Fakat XVII. yüzyılın başlarında diğer birliklerde olduğu gibi ocak sayısı kırk bire düştü. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Evliya Çelebi, Selânik yörükleri hakkında bilgi verir, onların her yerde aranılan ve beğenilen aba ve şayak dokuduklarını yazar. Selânik yörükleri XIX. yüzyılın başlarında da varlıklarını sürdürmekte, Ustrumca, Drama, Serez ve diğer yerlerde yaşamakta, beyleri de Selânik’te oturmaktaydı. Selânik yörükleri 1558’de su yolu tamirine, 1565’te top arabalarına koşulacak mandaları sürmeye, 1572’de Selânik Kalesi’nin yapımına, ertesi yıl donanma hizmetine, 1575’te Navarin Kalesi’nin inşasına yollanmışlardı. 991’de (1583) İran seferine gitmeye çağrılmışlarsa da maddî imkânsızlıkları yüzünden bu sefere katılamamışlardır. Bunun üzerine Selânik yörüklerinin oturduğu yerlerin kadılarına hükümler gönderilip sefere gelmeyen eşkincilerden 600’er akçe alınması istenmişti. Selânik yörükleri Evliya Çelebi’ye de hepsinin seferlerde top çekmeye devam ettiğini söylemişlerdi.
Diğer bir büyük grup olan Tanrıdağı yörüklerinin adının nereden geldiği tartışmalıdır. Tanrıdağı yörükleri 1543 ve 1565’te 323 ocağa sahiptiler. XVII. yüzyılın başlarında Ayn Ali Efendi de aynı rakamı vermiştir. Bu yörükler çok yayılmış olup Kavala, Drama, Serez, Demirhisar, Rusçuk, Tırnova, Hezargrad, Niğbolu’da yoğun bir şekilde yaşarlardı. Fakat bir mühimme belgesinde Tanrıdağı yörüklerinde 987’de (1579) 419 Eşkinci Ocağı’nın bulunduğu bildirilir. 1543’te Tanrıdağı yörüklerinden altmışı Gümülcine’de, elli sekizi Yenice-i Karasu’da, kırk altısı Yenice-i Kızılağaç’ta, otuz üçü Drama’da, otuz ikisi Varna’da, on beşi Silistre’de, on üçü Tırnova’da, on ikisi Şumnu’da, kalanları da Bulgaristan’ın diğer yerlerinde yaşamaktaydı. Bunların eşkinci ve yamaklarının toplamı 1584-1591 yıllarında 16.835 kişi idi. Tanrıdağı yörüklerinin bütün nüfusunun 100.000 olduğu tahmin edilmiştir. 1575’te Bosna’daki demir madeninde gülle dökmelerinin istendiği, fakat oraya gitmedikleri, 1581’de aynı hizmet için tekrar görevlendirildikleri, 1583’te İstanbul surlarının tamirine çağrıldıkları, 1604’te Banaluka demir madeninde gülle dökmeye gönderildikleri bilinmektedir.
Vize yörükleri yörük yardımcı askerî birlikleri arasında sayıca en az olanıdır. Bunlar umumiyetle Paşa-ili (Paşa livâsı) sancağında yaşamaktaydı. 1543’te 105, 1557’de 106, 1565’te 105 ocak idiler. Bu ocaklardan yirmi üçü Hayrabolu’da, yirmi biri Vize’de, on ikisi Çorlu’da, on biri İncüğez’de, dokuzu Kırklareli’nde (Kırkkilise), sekizi de Edirne’de oturmaktaydı. Vize yörüklerinin ocak sayısı devlet idaresinin zayıflaması, isyanlar ve savaşlar yüzünden 1609’da altmış altıya, 1642’de otuz üçe düşmüştür. Bunlar 1565’te gemi hizmeti, 1569’da Ejderhan seferi, 1573 ve 1574’te donanma hizmetiyle, 1577’de Bender Kalesi’nin, 1584’te Edirne’deki Sultan Selim Camii’nin tamiriyle görevlendirilmişti. Yanbolu yörükleri 1565’te 126 ocak idi. Ayn Ali Efendi Yanbolu yörüklerini de listesine almakla beraber Vize yörükleri gibi Yanbolu yörüklerinin kaç ocak olduğunu bildirmemiştir. Yanbolu, Bulgaristan’da bir şehir olup Yeni Zağra ile Burgaz arasında, İslimye’nin güneyinde bulunmaktadır. Yanbolu yörükleri hakkında hiçbir defter olmadığından onların nerelere yayıldıkları bilinmemektedir. Bu yörükler de 1566’da Avusturya’ya açılan seferde hizmet etmeye çağrılmış, 1579’da Bosna’daki Baç demir madeninde top güllesi dökmekle görevlendirilmişlerdi. Onlar da Selânik ve Naldöken yörükleri gibi çağrıldıkları 1583’teki İran seferine katılamadıkları için nöbetçi eşkincilerden 600’er akçe istenmişti. Koçi Bey Risâle’sinde Rumeli’de evvelce 40.000 yörük ve müsellem bulunduğunu, sefer oldukça onlardan nöbetleşe 5-6000 kişinin sefer mühimmatını gördüğünü bildirir. Yine Koçi Bey’e göre 1000 (1591) yılından sonra yörüklerin düzeni büsbütün bozulmuş ve yörüklerle müsellemler mukātaaya bağlanmıştır. Bunun üzerine onların göreceği hizmetleri timar sahipleri görmeye başlamıştır. 1683’ten sonra Avusturya ve müttefikleriyle yapılan savaşlarda yörük birlikleri yeniden teşkilâtlandırılmış ve kendilerine evlâd-ı fâtihân adı verilmiştir. Bunlar Tanzimat devrinde 1845’te vergiye ve askerlik mükellefiyetine tâbi tutulmuş, daha sonra teşkilât tamamen kaldırılmıştır (bk. EVLÂD-ı FÂTİHÂN).
BİBLİYOGRAFYA
BA, TD, nr. 8, 23, 32, 40, 49, 51, 79, 98, 121, 153, 165, 272, 327, 337.
Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 5, 8.
Yazıcızâde Ali, Târîh-i Al-i Selçûk, TSMK, Revan Köşkü, nr. 1390, vr. 27a-b.
Ayn Ali, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 42.
Koçi Bey, Risâle (Aksüt), s. 26, 40.
Şikârî, Karamanoğulları Tarihi, s. 140.
Ahmed Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, İstanbul 1930.
Kâmil Su, Balıkesir Civarında Yörük ve Türkmenler, İstanbul 1938.
M. Çağatay Uluçay, XVII. Asırda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul 1944, tür.yer.
Hikmet Şölen, Aydın İli ve Yörükler, Aydın 1945.
İbrahim Gökçen, Saruhan’da Yörük ve Türkmenler, İstanbul 1946.
M. Tayyib Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fâtihân, İstanbul 1957.
Hikmet Çevik, Tekirdağ Yürükleri, İstanbul 1971.
Ali Rıza Yalman, Cenupta Türkmen Oymakları (haz. Sabahat Emir), Ankara 1977, I-II.
Mehmet Eröz, Yörükler, İstanbul 1991.
Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilâtı, Destanları, İstanbul 1992.
Halil İnalcık, The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire Essays on Economy and Society, Bloomington 1993, s. 97-136.
Yörük. Nomadenleben in der Türkei (ed. A. Kunze), München 1994.
Vahid Çabuk, “Yörükler”, İA, XIII, 430-435.
Barbara Kellner-Heinkele, “Yörük”, EI2 (İng.), XI, 338-341.